Reformların yavaşlaması, azınlıkların dini özgürlükleri, Kürt sorunu, 301'nci madde, limanlar... Tamam; hepsi de AB yolunda ayağımıza batan dikenler. Ama bu dikenlerle gizlenen bir de kaktüs var: Türkiye korkusu.
Hayır, Türkler'in AB ülkelerine akın etmesi korkusu değil. Farklı dini inançtaki bir toplumu içine alma korkusu da değil. Ya ne? AB yönetiminde Türkiye'nin söz sahibi, kararlarda da belirleyici ülke olması korkusu!
AB Komisyonu önceki gün sadece Türkiye İlerleme Raporu'nu ve Strateji Belgesi'ni açıklamadı. 66 sayfalık bir metin daha yayınladı: "AB'nin genişleme stratejisi raporu."
O raporda "AB'nin anayasal çıkmazı aşmadan ve kurumsal reformlarını gerçekleştirmeden yeni üye kabul etmeyeceği" duyuruldu. "Genişleyen AB'de karar alma etkinliğini güçlendirmek için bir an önce kurumsal reformun şart olduğu" vurgulandı.
Bu teknik ifadelerle ne kastediliyor acaba? Gelin, biraz deşelim.
AB'de karar süreci halen 2001'de kabul edilen Nice Antlaşması'ndaki sisteme dayanıyor. Yani bakanlar konseyinden bir önerinin geçebilmesi için "Nitelikli çoğunluk" aranıyor. Bu da toplam 321 oyun 232'sinin (yüzde 72.2) öneriyi desteklemesi anlamına geliyor. Ancak iki kriter daha gözönünde bulunduruluyor: Üye ülkelerin en az yüzde 50'sinin olumlu oy vermesi ve bu yüzde 50'nin AB toplam nüfusunun en az yüzde 65'ini temsil etmesi.
Fransa ve Hollanda'daki referandumlarda reddedilmesi nedeniyle -hiç değilse şimdilik- rafa kalkan AB Anayasası ise "Çifte çoğunluk" denilen bir sistem getiriyordu: Kararların üye ülkelerin en az yüzde 55'inin desteğiyle alınabilmesi, Bu yüzde 55'in AB nüfusunun en az yüzde 65'ini temsil etmesi.
Geçen yılın ilk aylarında "Avrupa Siyasal Etüdler Merkezi"nde çalışan Richard Baldwin ve Mika Widgren adlı iki uzmanın ortak araştırması yayınlandı. Konusu: Türkiye'nin üyeliğinin AB oylama sistemine etkisi.
Araştırmada AB Anayasası'nın 2009'da yürürlüğe gireceği, Türkiye'nin üyeliğinin de o tarihten sonra gerçekleşeceği hatırlatıldıktan sonra şu değerlendirmeler yapıldı:
Türkiye-Almanya cephesi
"Nüfus açısından Almanya'dan sonra AB'nin ikinci büyük ülkesi konumunu kazanacak olan Türkiye'nin üyeliği hem karar alma sürecinde, hem de güç ve yetki paylaşımında ciddi etkiler yapacak. Anayasa en büyüklere elverişli ya da onların işine gelen bir sistem öngördüğü için, karar alma süreci Türkiye ve Almanya'ya istemedikleri bir öneriyi engellemeye yeterli güç verecek. Bir başka deyişle, AB'nin direksiyonu Türkiye ve Almanya'da olacak.
Buna karşılık, bugün AB'nin büyükleri olan Fransa, İspanya ve Polonya etkinliklerini yitirecekler. Hollanda'dan Avusturya'ya kadar tüm orta boy ülkeler ise tamamen figüran haline gelecekler."
Rapor, AB bünyesinde dengeleri altüst eden bu değişimin, sözkonusu ülkelerde sadece Türkiye'nin üyeliğini değil, AB anayasası referandumlarını da olumsuz etkileyebileceği uyarıyla noktalandı.
Öyle de oldu; "AB'nin kontrolü Türkiye ve Almanya'ya geçiyor" başlığıyla medyada yer alan rapor, Türkiye karşıtı politikacılara müthiş bir koz verdi ve o tarihten sonra başta Fransa ve Hollanda olmak üzere birçok AB ülkesinde hava değişiverdi. Hem anayasa, hem de Türkiye konusunda.
İşte AB Komisyonu şimdi "Kurumsal reform"dan, "Karar alma sürecinin etkinleştirilmesi"nden söz ederken, "Türkiye üye olduğunda gücünü tırpanlayacak formülü bir an önce bulmak zorundayız" demek istiyor.
Yani, o malum "Anneciğim Türkler!", "Kaçın Türkler geliyor" korkusu!