Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin dün Türkiye saatiyle sabaha karşı kabul ettiği 1701 sayılı karar tasarısı, bölgedeki "Yeni "durum"u ve "Yeni dengeler"i yansıtıyor.
Örneğin ilk kez olarak Ortadoğu'yla ilgili bir karar tasarısında İran'ın adı geçiyor; Lübnan'ın egemenliğine saygı göstermesi çağrısıyla. Bu, uluslararası topluluğun mollalar rejimini "Bölgesel güç" olarak kutsaması anlamına geliyor. Ve de Ortadoğu'yla ilgili tüm planlarda, çözüm arayışlarında artk Tahran'ın da söz sahibi olacağını.
O nedenle Hizbullah'ın iki İsrail askerini kaçırmasıyla başlayan 30 günlük Lübnan savaşının galipleri listesinin en başına İran'ı yazmamız gerekiyor.
İkinci galip elbette Hizbullah. 1948, 1956,1967, 1973, 1980 savaşlarında hiç bir Arap ordusunun gösteremediği direnişi bir avuç militan gerçekleştirdi. Bunun İslam aleminde geniş yansımaları olacağı kesin. Fas'tan Endonezya'ya, Malezya'ya kadar uzanan coğrafyada yaşayan halklar, bundan böyle Hizbullah'ı İslam'ın başkaldırısının bayraktarı görecekler, şimdiden portreleri milyonlarca evi süsleyen Şeyh Hasan Nasrallah'ı da "İslam'ın kılıcı". Her ne kadar sözkonusu coğrafyadaki yönetimlerin tümü bu "coşku"yu paylaşmasa da. Hatta çoğunluğu Hizbullah üstünden İran'ın, Şiiliğin etkisinin artmasından tedirginlik duysa da...
Galipler arasına Rusya'yı da katabiliriz. Hizbullah'a TahranŞam koridoruyla ulaşan silahları ve gerek İran nükleer krizinde, gerekse Lübnan savaşında ABD'yi frenleyen diplomasisiyle.
50 yıllık "efsane"nin sonu
Kaybedenlere gelinceSadece Ortadoğu'da değil tüm İslam aleminde desteğinin son kırıntılarını da yitiren ABD ile Genel Sekreter Kofi Annan'ın ifadesiyle "Dünya halklarının gözünde otoritesi ve saygınlığı derin yara alan" BM'nin de bulunduğu o cephenin en başında, hiç kuşkusuz İsrail ordusu sayılacak. Bölgenin en güçlü silahlı kuvvetleri olarak gösterilen, bugüne kadar yenilgi yüzü görmeyen İsrail ordusu, 30 gün süren savaşta, son verilere göre, 8 bini aşkın sortiye, Lübnan'a yağdırdığı 100 binden fazla obüs ve füzeye rağmen, amaçlarının hiçbirine ulaşamadı: Ne Hizbullah roketlerinin İsrail kentlerini vurmasını önleyebildi, ne de Başbakan Ehud Olmert'in daha ilk gün açıkladığı gibi Hizbullah'ı çökertebildi. Tam tersine operasyona hergün sıfırdan başladı. Temizlediği sandığı yerlerde bile ertesi gün karşısına Şii milisler çıktı. Sonunda Hizbullah'ın Litani ırmağının ötesine çekilmesiyle yetinmek zorunda kalarak, Nasrallah'a ve Ahmedinecad'a "İsrail'i yenmenin mümkün olduğu" propagandası için epey koz verdi. Silahlar sustuktan sonra İsrail ordusunda şiddetli bir iç hesaplaşmanın patlak vereceğini söylemek, kehanet olmasa gerek.
Aynı şekilde İsrail hükümetinde de. İsrail tarihinde ilk kez hükümetine asker kökenli bakan almayan Olmert, Hizbullah'ı küçümsemesinin bedelini ağır ödeyecek: Onu savaşı çok kötü yönetmekle, sürekli karar ve strateji değiştirmekle suçlayan kamuoyunda desteği dibe vurdu. Bakalım kellesini nasıl kurtaracak?
Ah, bir nokta daha var: Güvenlik Konseyi'nden önce BM'nin bir başka organı, İnsan Hakları Konseyi bir karar tasarısı kabul etti:
"Sivillere sistemli saldırıları nedeniyle İsrail yetkilileri hakkında soruşturma açılması"
Konsey Başkanı Louise Arbour'a göre, bu soruşturma sonunda İsrail yetkililerinin "Savaş suçu" işlemekten uluslararası yargı önüne çıkarılmaları olasılığı var.
Bakalım Olmert, bakanları ve generalleri o zaman ne yapacaklar?