Yadırgarsanız, email bombardımanına tutarsanız; diyecek lafımız yok.
Bugüne kadar hep "Ne olacak bu memleketin hali" konularını işlediğimiz, jeopolitik ve jeostratejik satranç tahtasındaki son hamleleri anlattığımız bu köşede, ilk kez "uçuk" bir konu ele alınacak: "Kadınım!"
Küba lideri Fidel Castro, şiddetli kanamayla ortaya çıkan bağırsak rahatsızlığı (kimilerine göre mide kanseri) nedeniyle 47 yıllık yönetiminde ilk kez yetkilerini geçen hafta bugün kardeşi, rejimin iki numarası Raul Castro Ruiz'e devretti.
Ama 3 Haziran 1931 doğumlu, Fidel'den 5 yaş küçük, geçici -belki de kalıcı-lider Raul Castro bir haftadır ortalıkta yok. Hatta ağabeyinin rahatsızlığından çok önce "arazi" olduğu, en son Haziran ortalarında göründüğü söyleniyor.
Neden? Çünkü 50 yıllık hayat arkadaşı, üstüne asla gül koklamadığı kadını Vilma Espin, kan kanseri.
Batista rejimine karşı gerilla mücadelesi verdikleri 1950'lerde Sierra Maestra'da tanıştıkları, ağabeyi Fidel ve Ernesto Che Guevara ile birlikte Küba devriminin ateşini yaktıkları yıllarda kollarında huzurla uyuduğu Vilma Espin, öldü ölecek.
Kendisine 4 çocuk, 8 torun veren, hayata "Mutluluğu yaşam boyunca güvenceye alacak bilgeliğin sahip olduğu en önemli araç dostluktur" diyen M.Ö. 341-270 yılları arasında yaşamış Yunanlı filozof Epikür'ün, "Yaşama sevinci" felsefesi dürbününden bakmasını öğreten "rehber"i kollarından kayıp gidiyor.
Ve Vilma'nın tarifsiz acılarla ölüme her gün biraz daha yaklaşmasını çaresizlikle izlemekten başka elinden bir şey gelmeyen Raul Castro depresyona girdi, kendini alkole verdi.
Sadakat çağdışılık mı?
O yüzden, ne ABD'nin Kübalılar'a başkaldırı çağrıları etkiliyor onu, ne Miami'deki Küba mafyasının örgütleyip finanse ettiği muhaliflerin zafer çığlıkları, ne halkın devrimin geleceğiyle ilgili korkuları, ne dünya basınının "Neredesin Raul, ortaya çık" haberleri...
Çünkü Vilma'sı ölüyor ve Raul Castro'nun dünyası çöküyor.
Bu tarifsiz acının bir benzerini 20 Eylül 1999'da Mikhail Gorbaçov'un gözlerinden sicim gibi boşalan gözyaşlarında gördük. Hayat arkadaşı Raisa Maksimova Gorbaçov'un cenaze töreninde. O da Vilma gibi, lösemiden öldü. Sovyetler Birliği'nin yıkılması bile o kadar sarsmamıştı Gorbaçov'u.
Biliyoruz; "Düzeyli birliktelikler"in neredeyse teşvik edildiği...
Yatak odalarında gizli kameralarla yapılan çekimlerin kitlelere izlettirilmesinin olağan sayıldığı...
Aldatmanın marifet, hatta erkekliğin şartı veya kimliğinin olmazsa olmaz parçası görüldüğü...
Metres tutmanın hayat standardı, kuma almanın töreye saygı, imam nikahlı ikinci, üçüncü, dördüncü eşin dinin gereği kabul edildiği...
Bu düzende, bir insanın "Hayatının yarısı" nı yitirmesinin acısından söz etmek, başka gezegenlerden çıkıp gelenlere dünyamızın sorunlarını anlatmak kadar tuhaf kaçacak.
Ama kutsal kitaptaki "Herkes evliliğine saygıyla baksın, evlilik yatağını lekesiz tutsun" ilahi emire inanıyorsanız;
Raul Castro'nun acısına saygı için gelin, Selami Şahin'in "Özledim" şarkısının dizelerini mırıldanın: "Sen gittin ya yaşamımın bir anlamı kalmadı / Sen gittin ya pencereme bir kez güneş doğmadı..."
Ya da Tanju Okan'ın "Kadınım"ını: "Eşyalar toplanmış seninle birlikte / Anılar saçılmış odaya her yere / Sevdiğim o koku yok artık bu evde."
Ben ise son nefesime kadar her gece gözlerimi yumarken ve her sabah gözlerimi açtığımda tek duamı yapacağım:
"Tanrım bana eşimin acısını gösterme. Benim ömrümden al, eşimin ömrüne ekle..."