Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Kalpler ve dudaklar

Seçme hakkımı kazanınca ilk oyumu ona verdim. 4 yıl sonra ikincisini de. Bir 4 yıl sonra üçüncüsünü de.
İlk tercihimde onun yazdığı, siyaset yelpazesini genişleten "Ortanın Solu" kitabı etkili olmuştu.
İkincisinde "Umudumuz Karaoğlan" çığlıklarıyla özdeşleşen kaygılarım. Üçüncüsünde "Akgünlere" sloganında billurlaşan özlemlerim.
Üç oyumdan en azından ikisi boşa gitmedi. 14 Ekim 1973 seçimlerinde CHP'yi yüzde 33.39'a yükseltti ve ilk kez bir sol partiyi birinci yaptı. 5 Haziran 1977 seçimlerinde ise yüzde 41.5 oy oranıyla rekor kırdı.
O on yıllık dönemde üç oyumdan ikisinin katkısıyla üç kez başbakan oldu: 1974'te, 1977'de ve 1978'de.
1978 başından 1979 Kasım'ına kadar süren sonuncu başbakanlığında savaş yıllarından beter yokluk, kıtlık ve kuyruklar bile ne sevgimi azalttı, ne inancımı.
İlk ciddi burukluğu 1980'de hissettim. 12 Eylül müdahalesinde tüm partilerle birlikte CHP'nin de kapatılmasından değil. 30 Ekim 1980'de CHP Genel Başkanlığı'ndan istifası nedeniyle. Birkaç satırlık bildiriyle kağıt üstünde kapatılmış ama yüzbinlerce üyesinin kalbinde, milyonlarca seçmeninin aklında yaşayan partiyi o güç günlerinde kaderine terk ettiği için.
Kendisini 32 yaşında milletvekili, 36'sında bakan yapan, 1972 Mayıs'ındaki tarihi kurultayda "Bu adam tehlikeli, derhal ihraç edin" diyen "Milli Şef" İsmet İnönü'nün gözlerinin içine baka baka genel başkanlığa getiren kadroları ortada bıraktığı için.
1985'te DSP'yi kurmasıyla yollarımız ayrıldı. Çünkü artık aynı dünya görüşünü paylaşmıyorduk.
O, "apolitik" bir yapı istiyordu. Seçmenlerin oy verip gerisine karışmadıkları, üyelerin ise sadece itaat ettikleri bir parti. Zaten partinin "kadroları"nı da yalnızca bu kritere göre belirlemişti: 12 Eylül döneminin cezaevi günlerinde geçmiş olsun mesajı gönderenlerin eşi tarafından tutulmuş listesi. Ve bir de 1970'lerde yine eşinin yönettiği ünlü Köylü Derneği üyelerinin dosyası.
Karıkoca 25 bini aşkın kişiyle tek tek görüştüler, en küçük ilçelere kadar tüm örgütü "apolitik" kişilerden oluşturdular.

Artık
düdük çalmasın
Oysa ben onun 12 Eylül'den sadece 6 gün önce Petrol-İş Sendikası'nın genel kurulunda yaptığı tarihi uyarının doğruluğuna inanıyordum: "Türkiye'de sanki bir maç oynanıyor. Bu maçta sahada siyasi partiler ve siyaset adamları var. Toplumun büyük kesimi tribünde. Maç, kavga ve dövüşe dönüştü. Tribündekilerin buna seyirci kalmamaları gerekiyor. Yoksa birisi düdüğü çalar, demokrasi biter."
Sadece örgüt anlayışıyla değil, geliştirdiği politikalarla da mutabık değildim. İskandinav modelinden "Ulusal sol" dediği çok farklı bir çizgiye kaymıştı.
Tamam; siyaseti asla ikbal aracı olarak görmedi, hiçbir başbakanlığında (5 kez o koltuğa oturdu) özel konuta geçmedi, küçük evinde eşiyle alabildiğine sade ve saydam yaşamı hiçbir şeye değişmedi.
Tamam; alçakgönülülük, nezaket, saygı kavramlarının canlı simgesi oldu. Her yaşta sıfırdan başlayabilecek kadar da cesur.
Ah biraz da vefa olsaydı. İnönü'nün "Biz cumhuriyeti getiren insanlarız, öyle halef filan bırakmayız" sözünden o kadar etkilenmeseydi...
Ah bir de Türkiye'nin 60 yılıyla bütünleşmiş soyadını gelecek kuşaklara taşıyacak kurumsallaşmaya gidebilseydi. Hiç değilse bir vakıf, enstitü bırakmayı önemseyebilseydi.
Ama bu can bu bedende durdukça bir dize yolumu aydınlatan güneş olmaya devam edecek:
"Konuş dudakların varken daha..." İmza : Bülent Ecevit.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA