Dışişleri Bakanı Gül dün AK Parti Grubu'nda AB ile tarama sürecinin "Çok başarılı" şekilde devam ettiğini, ilk başlıkta, yani Bilim ve Teknoloji faslında müzakerelerin başlamak üzere olduğunu bildirdi.
Ancak nedense bir türlü başlayamıyor. AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'in onca çabasına ve uyarılarına rağmen, Daimi Temsilciler Komitesi (COREPER) haftalık toplantılarında karar alamadan dağılıyor.
Bu ayak sürüme nedeniyle içinde bulunduğumuz ayda başlaması gereken müzakereler önce Mayıs'a kaldı, şimdi Haziran'a kaymasının sürpriz olmayacağı söyleniyor.
Ancak en dikkat çekici gelişme, AB'nin bu oyalama taktiklerinin artık Türk kamuoyunca umursanmaması. Dahası bu heyecan kaybının, bu ilgisizliğin hiç de şaşırtıcı bulunmaması. Çünkü AB üyeliğine desteğin yüzde 75'ten 63'e düştüğü, hatta kimilerine göre yüzde 50 sınırına kadar dayandığı, buna karşılık başkanlığını AK Parti Afyon Milletvekili Mahmut Koçak'ın yaptığı Politika Merkezi'nin son anketinde halkın yüzde 79.6'sının milliyetçi akımlardan etkilendiğini ifade ettiği bir tabloyla karşı karşıyayız.
İşte böyle bir ortamda Ankara tam kafasına göre bir konuk ağırlıyor: Türkiye'nin AB üyeliğini içtenlikle destekleyen ama AB'ye hep kuşkuyla bakan Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus.
(Bu, Klaus'un 11 ay arayla ikinci ziyareti. Geçen Mayıs'ta "Türkiye'nin Davos'u" diye nitelenen Forum İstanbul'a katılmış, "AB ile aşk değil mantık evliliği yaptık. Siz de duygularınızı değil çıkarlarınızı ön planda tutun" tavsiyesinde bulunmuştu.)
Klaus öylesine kuşkuyla bakıyor AB'ye ve bunu öylesine sivri açıklamalarla dışa vuruyor ki, hükümet bir ara onun Avrupa ülkelerine gezilerini kısıtlamayı, AB zirvelerine katılmasını engellemeyi bile düşündü.
Üye-sömürge farkı
Nasıl düşünmesin; işte size Klaus'un gözüyle AB:
"Brüksel'de Komisyon üyeleri kendilerini sıfırcı hocalar olarak görüyorlar. AB'ye katılan veya üye olmak için başvuran ülkeler öğrenci değil. Brüksel'dekiler de kendilerini onların matematik, biyoloji bilgilerini ölçen sıfırcı hocalar olarak görmeye hakları yok.
AB sayısını unuttuğumuz anlaşmalar ve her anlaşmayla daha da çoğalan kurumlar ve bürokratik kadrolar üreteceğine, birliği federalizme götürecek çalışmalar yapmalı."
Fransa ve Hollanda'daki referandumlarda AB Anayasası'nın reddedilmesinden sonra bir zil takıp oynamadığı kalan Klaus'un belleklere kazınan bir "vukuat"ı daha var: AB üyeleri arasında sadece o cumhurbaşkanlığı sarayında göndere mavi zemin üstüne 12 yıldızlı birlik bayrağını çektirmeyi reddetti. Gerekçesi: "Burası Çek Cumhuriyeti, AB'nin bir müstemlekesi değil!"
AB'nin Avrupa Birleşik Devletleri'ne dönüşmesi fikrine şiddetle karşı çıkan, "Ulus ve ulusal kimlik bir devletin en önemli değerleridir" diyerek uluslarüstü bir oluşumu reddeden, "Avrupa vatandaşlığı" kavramını gerçek dışı, hatta saçma bulan Klaus, "Postdemokrasi" adını verdiği günümüz Avrupa'sının özelliklerini şöyle sayıyor:
"Sahte bir çokkültürlülük edebiyatı, gözü dönmüş bir insan hakları savunuculuğu, saldırgan bir çevrecilik. Halkın hiçbir demokratik görev yüklemediği sivil toplum örgütleri denen birtakım gruplar, insanların yaşamlarına hoyratça müdahale etme hakkını kendilerinde buluyorlar!"
Reagan ve Thatcher hayranı, NeoCon'lara, yani Amerikan yeni sağının şahinlerine yakın, "Milliyetçi" diyemesek bile "Ulusalcılığı" kesin olan Klaus, iktidarından muhalefetine, Meclis'inden sokağına kadar tüm Türkiye'de değişen havayı yadırgamayacak.