İngiltere eski Başbakanı Winston Churchill'in "Berbat bir rejim ama rejimlerin en az berbatı" dediği demokrasinin isim babasının M.Ö. 5'inci yüzyılın ilk yarısında yaşayan tarihçi Halikarnaslı Herodot olduğu söylenir.
Herodot'un Yunanca'da halk anlamına gelen "Demos" ile güç, kudret, iktidar, yönetim kavramlarının karşılığı "Kratos" sözcüklerini harmanlayarak adını koyduğu rejim, o sıralar Atina'da yüz yıldır uygulanıyordu. M.Ö. 510'da aristokratlarla demokratların güçlerini birleştirip Pisistrate'ın oğlu Hippias'ı devirdikleri devrimden bu yana. Ama özellikle Pericles'in işbaşına gelmesinden sonra.
Yeni sistem üç eşitlik ilkesine dayanıyordu: İsegoria (Topluluk önünde konuşma eşitliği), İsonomia (Yasalar önünde eşitlik) ve İsokrateia (Erklerin eşitliği).
Atina Agorası'nda "Ecclesia" denilen, tüm kent halkını bir araya getiren toplantıda yasalar hazırlanıyor, onları uygulamak üzere yöneticiler ve yargıçlar seçiliyordu.
Bu sistemin adı "Doğrudan demokrasi" idi ya da "Katıksız demokrasi".
Site, yani kent devletin tasarladığı sistem yüzyıllar sonra geniş alanlara yayılmış devletlerce yönetim biçimi olarak benimsendiğinde bir sorun doğdu: Halkın tümünü bir araya getirip oylama yapmak. O nedenle halk adına karar vericilerin seçilmesi modeline geçildi. Buna da "Temsili demokrasi" deniyor.
Daha sonra halkın yalnızca oy vermekle yetinmeyip seçtiklerini denetlemesi, karar alma sürecine daha çok katılması için çareler arandı. Onun da adı "Katılımcı demokrasi" oldu.
Artık hepimiz Atinalıyız
Ancak insanlar ve devletler hiçbir zaman Atina'daki "Doğrudan demokrasi" ya da "Katıksız demokrasi"nin ruhunu yakalayamadı.
"Ecclesia"nın günümüze ulaşabilmiş tutanaklarını hep özlemle, iç çekerek okudular.
Ama artık Arşimed gibi "Euroka" diye bağırarak banyodan fırlayabiliriz. Çünkü Atina'daki "Doğrudan demokrasi" geri geliyor. Çağımıza yaraşır bir adla: "edemokrasi".
Bu yeni demokrasinin şimdilik iki aracı var. Ama inanılmayacak kadar güçlü ve etkili iki araç. İlki "Blog" dediğimiz herkesin kendi medyasını oluşturması. Bir başka deyişle, herkesin Londra'ya gitmeye gerek kalmadan kendi "Hyde Park"ında öfkelerini, eleştirilerini, görüşlerini sonsuz özgürlük ortamında dile getirebilmesi.
İkincisi ise SMS denilen cep telefonuyla kısa mesaj. Türkiye'de bu aracın önemi 1 Mart 2003 tezkeresinin Meclis'teki oylaması öncesi milletvekillerinin cep telefonlarına yağan mesajlarla keşfedildi.
Yeni teknolojilerin sosyolojik etkileri konusunda sayılı uzmanlardan olan Howard Rheingold, SMS'in gücünü şöyle anlatıyor: "Bir diktatörün bir alanda toplanan 10 bin protestocuyu dağıtması, hatta tutuklatması çok zor değil. Ama polisten habersiz bir anda bir alanda beliren ve sloganlarını atıp çil yavrusu gibi dağılan SMS ile randevulaşmış 10 bin kişiyle başa çıkması imkânsız."
Yine uzmanlara göre bundan sonraki aşama zaten Avrupa'da denenmeye başlanan seçimlerde elektronik ortamda oy verilmesi, internette miting düzenlenmesi, parlamento oturumlarına ve oylamalarına halkın sanal ortamdan katılması olacak.
Demokrasinin kısa tarihi diyebileceğimiz bu yazı için, cep telefonuna düşen "Suya düşman, yeterince yıkanmıyor" SMS mesajıyla çılgına dönen ve elektronik iletilere savaş açan İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'dan esinlendik.
Boşuna uğraşıyor İran'ın delidolu lideri. Don Kişot'un yel değirmenleriyle savaştan galip çıktığını tarih bugüne kadar yazmadı.