Bergama köylülerinin siyanürle altın çıkarılmasına karşı 12 yıldır verdikleri hukuk mücadelesi bize Nauri adasındaki çevre felaketini çağrıştırıyor.
Nauri, Pasifik'te Avustralya ile Hawaii arasında 21 kilometrekarelik, 12.500 nüfuslu bir ada. 1968'den bu yana bağımsız. Birkaç yıl önce kişi başına düşen gelirde dünyanın ikinci zengin ülkesiydi. Fosfat yatakları sayesinde.
O kadar çok para kazanıyorlardı ki, hiç kimse çalışmıyordu. Devlet herkese yüklü aylık bağlamıştı. Hepsinde lüks otomobil, uydu bağlantılı cep telefonu, birkaç buzdolabı, klima, likit ekran televizyon vardı. İçtikleri su dahil her şeyi ithal ediyorlardı. Can sıkıntısından gün boyu yemek yiyorlardı. Bebekler daha kundakta kolayla besleniyorlardı.
Devlet gelir fazlasını Sydney'de, Londra'da gayrimenkule yatırdı. Aldığı otellerin ve iş merkezlerinin kiralarının ada halkını sonsuza kadar rahat yaşatmaya yeteceğine inanıyordu.
Sonra bir gün fosfat yatakları bitiverdi. İşletmeci şirket çekip gitti. Geriye Ay yüzeyini andıran görüntüler kaldı: Derin çukurlarla dolu çöl.
Gübreleri binlerce yıl boyunca fosfata dönüşen kuşlar da gelmiyordu artık. Çünkü yataklar işlenirken tüm ağaçlar kesilmişti.
Daha sonra peşpeşe haciz yağdı: Ödenemeyen faturalara karşılık oteller ve iş merkezlerine el konulup haraçmezat satıldı. İthalat durdu. Çalışmayı, ekip-biçmeyi kuşaklar önce unutmuş halk aç kaldı. O lüks otolar benzin yokluğundan, televizyon ve buzdolapları da elektrik yokluğundan paslandı.
Ada halkı şimdi sonsuza kadar yitirdikleri çevrenin, o canım tropik ormanların ardından gözyaşı döküyor. Değerini bilemedikleri için.
Ölüler altın takmaz
Ama siyanürle altın işletmeciliğine karşı sarsılmaz kararlılıkta mücadele veren Bergama köylüleri sahip oldukları çevrenin değerini çok iyi biliyorlar. Alın size 17 köyün ortaklaşa hazırladıkları kitabeden birkaç satır: " Bu topraklar yediverendir. Ovasında kar gibi pamuk, altın gibi buğday, kehribar gibi tütün, dağlarında vakur çam ve meşeler, derelerinde serin çınar gölgeleri uzanır. Eteklerindeki zeytin ağaçları tarihle yaşıttır. Topuğunu yere vursan gürül gürül su çıkar. Topuğunu biraz daha sert vurursan, yeryüzüne türlü maden saçılır. Bu insanlar hayatı ve hayatları olan doğayı çok seviyorlar. Onlar bilirler ki, ölüler altın takmaz." Sivil itaatsizliğin simgesi haline gelen Bergama köylüleri 12 yılda 250'yi aşkın eylem yaptılar. Sadece Bergama'da değil, İstanbul'da, Stockholm'de bile. İlginç eylem türleri geliştirdiler: Yarı çıplak gösteri, nüfus sayımında sayılmayı reddetmek gibi.
Mahkemelerden, Danıştay'dan kararlar çıkarttılar. Ankara her defasında kararları delmeyi başardı.
Onlar da iç hukuk yollarının tükendiğini görüp gruplar halinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) gittiler. Önce 2004'te eski Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın'ın öncülük ettiği 6 kişi dava açtı ve AİHM her birine 3 bin avro tazminat ödenmesine karar verdi. Dün de 315 kişilik ikinci grubun davası sonuçlandı. Karar: 3'er bin avrodan toplam 945 bin avro tazminat. 1.500 kişilik üçüncü grubun sırada olduğu, sayının çığ gibi artıp on binlere ulaşabileceği belirtiliyor.
Elbette altın madenlerinin değerlendirilmesine karşı olamayız. Ama uygulanan teknoloji çevreye ve kurdundan kuşundan insanına kadar tüm canlılara saygılı olursa...
Bergamalılar direnişleriyle madende, çevresel riski en aza indirecek yatırımların da yapılmasını sağladılar. Az-buz başarı mı?