SELÇUK Yaşar'la "50 yılı devirdim" dediği iş hayatındaki mutlulukları ve düşkırıklıklarını konuşmaya, daha doğrusu deşmeye devam ediyoruz. Sohbet değişik mekanlarda sürüyor: Bir müzeden farksız makam odasında, yolda, babasının boyacı dükkanında, esnaf lokantasında... Merak etmeyin; sıra Selçuk Bey'in "İyi ki sordun, anlatayım ve rahatlayayım" dediği, oğluyla dargınlığının öyküsüne de gelecek. Kızlarının Yaşar imparatorluğunun başına geçmelerine de... Buyurun, huzurlarınızda ormandan farksız çiftliğinde domuz yetiştirip sonra dostlarıyla sürek avı düzenleyen, Sakıp Sabancı"nın "Ağam sen artık üniversite kurdun, bira işinden çık. Yoksa gençlere kötü örnek olursun" deyince Tuborg'taki hisselerini devreden Selçuk Yaşar...
* Türk Tuborg ve genelde bira sektörü çok iyi giderken; hatta neredeyse su gibi bira içilirken, 1980'lerde Turgut Özal'ın döneminde yaşadığınız bir kriz vardı değil mi?
Orada da hata bizde. 83 seçimlerinde Turgut Sunalp Paşa'nın partisini; yani Milliyetçi Demokrasi Partisi'ni destekledik. MDP'yi desteklemeseydik ya da alenen belli etmeseydik tercihimizi, bunlar başımıza gelmeyecekti. Ben, Raşit Özsaruhan, Melih Özakat, bütün İzmirli iri sanayiciler Turgut Sunalp'in arkasında durduk. Özal da seçimleri kazandıktan bir süre sonra bunun bedelini ödetmeye başladı. Önce sıfır gümrüklü et ithalatının serbest bırakılması geldi. Ardından bira tüketimine ve satışlarına kısıtlama. Epey kabus gördük o günlerde...
* İşte o hesaplaşma, Özal açısından tabiri caizse Selçuk Yaşar husumetinden çıktı, İzmir düşmanlığına dönüştü, değil mi?
Doğru. Ondan sonra bir daha İzmir belini doğrultamadı. Türkiye'nin en zengin kentiydi, şimdi halini görüyorsunuz, sanayici olarak kimse kalmadı. Allah rahmet eylesin, Turgut Bey epey kindardı...
* Yine bu ilklerde ilginç bir halka var. Ege'de; İzmir dışındaki ilk beş yıldızlı oteli, Çeşme Altınyunus'u kurdunuz. O nasıl oldu?
Onda da Danimarkalılar'ın etkisi oldu.
* Türkiye'ye turist grupları göndermek için mi?
Evet. Danimarka, Yaşar Holding'in kurulmasında, büyümesinde, ayrıca iş ahlâkı kültürünün oluşmasında büyük pay sahibidir. Biliyorsunuz İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka... Bunlar dünyanın belki en dürüst ülkeleri. Dediğim gibi, Çeşme Altınyunus'u da Danimarkalılar'ın teşvikiyle kurdum. Sermayenin yüzde 25'ini onlar koydu. Dünya Bankası da ortak oldu. Sonra ilk genel müdür Danimarkalıydı. İlk turist kafileleri olarak Danimarka avcıları getirdik. Çeşme dağlarında domuz avlayıp otelde kaldılar. Sonra o ünlü Bilderberg'in toplantısı orada yapıldı. İngiltere'de daha sonra başbakan olacak Margaret Thatcher, Dünya Bankası Başkanı, ABD'nin Vietnam Savaşı dönemindeki ünlü Savunma Bakanı Robert McNamara geldi. Türkiye'den de Bülent Ecevit katıldı. O toplantı otelin adını Avrupa, Amerika'da duyurmasını sağladı. Çok faydası oldu, çok...
BALIK BAŞTAN KOKAR
* Gelelim Tütünbank'a. Fon'a devredilmesini neye bağlıyorsunuz? Tütünbank'ı iyi biliyorum, çocukluğumun, memleketim Akhisar'ın bankası. Tütünbank olayı öyle geliyorum diyen bir facia değildi. Birden patladı. Nasıl oldu?
Ben o konuda çok açıklama yapmak istemiyorum ama şunu söyleyeyim: Balık baştan kokar. Tütünbank'ta başımıza gelenlerin en büyük sorumlusu benim, kabahat bende.
* Tütünbank'ta yabancı ortağınız vardı: Irving Trust. Onlar kalsaydı bu sonuç önlenebilir miydi?
Dediğiniz gibi, yabancı, yani Amerikalı ortağı bulduk. Ancak onu da başka bir Amerikan bankası satın alınca, ipler koptu. Yabancı ortak kalmış olsaydı, ben kesin kurtulurdum. Şimdi ben bir şey daha öğrendim. Hem sanayici, hem finansçı.. İki karpuz bir koltuğa sığmıyor. Burada benim en büyük yanlışım, finansa çok önem vermem. Yani bankayı ben yönlendirdim. Yanlışmış. Mesela bankanın merkezini İzmir'den İstanbul'a götürmemek lazımmış. Zaten Tütünbank bölgesel bir banka, öyle de kalabilirdik. Büyümeye gitmemek gerekirmiş. İkinci hatamız şu oldu: Yetişmiş insan, yönetici kadroları İstanbul'da mekân tutmuş durumda. Finanstan eğitime kadar her alanda. Yabancı danışmanlık kuruluşları da orada. Cinler orada yetişiyor. Biz de dürüst kalıyoruz. İstanbul'un bu farkını hepimiz öğrendik ama geç oldu. Bir de politik nedenlerin yanlışları dolayısıyla da bankacılık bu noktaya geldi. Tek örnek vereyim: Tanıdığım birinin o tarihte piyasaya 200 milyon dolar borcu vardı. Banka kurdu. O dönem Hazine'den sorumlu bakan Aykon Doğan'a gittim, "Bu adam bize borçlu, bu adam herkese borçlu. Ona banka kurdurmayın" dedim. Yüksek yerden talimat geldiğini, geri çeviremeyeceğini söyledi cevap olarak.
BANKAYI İYİ YÖNETEMEDİK
HALBUKİ bizimki 75 yıllık, tarihi bir banka. Son dönemde o kurulan o bankalar yüzünden haksız rekabet oldu. Mesela Karşıyaka'da bir emekli paşa dostum bana telefon açıyor, "Selçukçuğum" diyor, "Benim paralar sende duruyor, yüzde 25 faiz veriyorsun. Oysa falanca banka yüzde 30 teklif ediyor..." Ben de banka yöneticilerini telefonla arayıp "Paşaya yüzde 30 yapın" diyorum. O dönemde haksız rekabet yapan yalnızca özel sektör bankaları değildi, kamu bankaları da yarışın içindeydi. Neden? Çünkü mesela en büyük kamu bankası Hazine açığını kolluyor. Bu haksız rekabet, yanlış yönetim ve politik müdahalelerin bu konulara girmesi, yani ekonomi dışı faktörler, sonunda hüsran getirdi. Bir holding olarak bizim bankacılığa girmememiz lazımmış. Apayrı bir saha. Haa diyeceksiniz ki, "Sabancı nasıl bankacılıkta başarılı oldu?" Çünkü Erol Sabancı işin başında, herşeye hakim. Bir de banka yatırımcısı biraz gaddar olacak, yumuşak olmayacak. Çok defa yönetim kurulu itiraz etti ama bazı kredilerin verilmesi için bastırdım. Yani bankayı iyi yönetemedik. Tabii bir şey daha var: Haksızlık yapıldı. O kararla Tütünbank dahil beş banka birden Fon'a devredildi, içlerinde sadece biz 167 bölü 3'ten alındık. Almayabilirlerdi. Orada da üçlü koalisyonda (DSP-MHP-ANAP) bizi sevmeyen biriki kişi vardı. Hiç unutmam; İzmir Milletvekili Sümer Oral o hükümette Maliye Bakanı'ydı. Arayıp, "Selçukçuğum, Ecevit seni ne kadar seviyormuş. Toplantıda seni öyle savundu ki ağzım açık kaldı" dedi. Oysa benim de içinde bulunduğum TÜSİAD; 1970'lerde Ecevit'e çok kök söktürmüştü. Asil adammış, helal olsun...