Adalet Komisyonu'nda görüşmeleri süren yeni Türk Ceza Kanunu tasarısı, AB'ye uyum amacını taşıyor. Ancak özellikle kadına yönelik ayırımcılık içeren maddeler düzeltilmezse, çok başımız ağrıyacak. Üstelik sadece AB'de değil; başta BM olmak üzere tüm uluslararası platformlarda. Bir nokta daha: Uluslararası kuruluşların gelişmeleri izlemek için bir gözlemci ya da heyet görevlendirmelerine de gerek yok. Zira bu konudaki en yetkili organlardan biri olan BM Kadına Karşı Şiddet Özel Raportörlüğü'nün başında bir Türk var: Prof. Dr. Yakın Ertürk. Yardımcısı da kendisini "Annemin karnına düştüğüm andan beri feministim" diye anlatan Türk genç kızı Leyla Perzivat. Perzivat'ın adını bir kenara not edin, çünkü yeni Türk Ceza Kanunu'nun en çok tartışılan "namus cinayetleri"nde, tam anlamıyla uzmanlaşmış durumda. Çok da sıkı çalışıyorlar: Güneydoğu'da ciddi bir güç kazanan Ka-Mer, Ka-Der, Türk Kadınlar Birliği ve feministlerin en dinamik örgütü Uçan Süpürge başta olmak üzere birçok kadın platformuyla sürekli işbirliği ve iletişim içindeler.
Dönmezer'in "eser"i
Eveleyip gevelemeye gerek yok; Türk Ceza Kanunu tasarısı, Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer'in en hafif ifadeyle insan, özellikle kadın haklarındaki çağdaş yorum ve gelişmelere pencerelerini kapatmış bakış açısını yansıtıyor. Kanıt mı? İşte tasarıdaki inanılmaz hükümler:
*Evlilik içi tecavüz suç sayılmıyor, hatta olağan kabul ediliyor.
*Kadınların tecavüzcüleriyle evlendirilmeleri meşrulaştırılıyor. Üstelik tecavüzcüye "Sık dişini, en çok 5 yıl evli kalacaksın" denilerek arka çıkılıyor. Toplu tecavüzlerde, sanıklardan birinin evlenmeyi kabul etmesiyle, diğer saldırganlar kurtarılıyor.
*Kadınlar arasında evli, bekar, bakire ayırımı yapılıyor ve tecavüz halinde her biri için farklı cezalar öngörülüyor. Örneğin, evli kadına tecavüze, bekara ya da bakireye tecavüzden daha ağır ceza getiriliyor. Bu bile tek başına yasanın kadının değil, erkeğin onurunun korunmasını amaçladığını kanıtlamaya yeterli.
*Cinsel ve bedensel suçlar, "kişiye" değil "topluma" karşı işlenmiş cürüm olarak değerlendiriliyor.
*Türkiye'nin yüz karası namus cinayetlerinde, faillere "Haksız tahrik" maddesiyle, yargıcın takdirine bağlı olarak, özel bir ceza indirimi öngörülüyor. Oysa AB'ye uyum reformlarıyla bu indirim bir süre önce kaldırılmıştı.
*Daha da korkuncu; "Evlilik dışı çocuğu öldürme hakkı" tanınarak, idam cezası - hem de müeyyidesiz olarak- geri getiriliyor.
Bu ayıp temizlensin
Böyle bir yasanın ne sonucu mu olabilir? Söz "namus cinayeti" kavramını BM İnsan Hakları Komisyonu'na anlatıp kabul ettiren ve 3 yıldır tüm kararlarına sokmayı başaran Leyla Perzivat'ta: "Türkiye, BM'nin kabul ettiği namus cinayetleriyle ilgili karar tasarısını hazırlayan 89 ülkeden biri. Bu konuda örnek olmak zorunda. Olmazsa şiddete maruz kalan kadınlar Türkiye'deki iç hukuk mekanizmalarının tükenmesini beklemeden BM İnsan Hakları Komisyonu'na imdat mektubu yazabilir. Gerisini biz getiririz..." Buyurun; karşımıza Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden sonra bir de BM İnsan Hakları Komisyonu çıkıyor... Haydi onları es geçelim; AB bile tek başına yeterli. Başımızda zaten yeterince koşul var. Türk Ceza Kanunu tasarısı AB'ye gümüş tepsi içinde mevcutlardan daha zorlu bir koşulun gerekçesini veriyor. Meclis bunu mutlaka önlemeli, önlemek zorunda... AB'yi bir kenara bıraksak bile; kadın adına, Türkiye adına, insanlık onuru adına...