Şehit yakınlarından kahramanca bir özveri beklendiğini, barış girişimlerine karşı çıkmamalarının umulduğunu ileri sürmüştüm. Karşı çıkmak şöyle dursun, yürekten desteklediklerini açıkladılar. Bu uygarca yaklaşım ve yüce gönüllülük örneğini ne kadar minnetle alkışlasak azdır.
***
Uluslararası ilişkilerde duygusallığa yer olmadığı söylenir. Diplomasinin dostluk ya da düşmanlıklara değil, çıkarlara göre ayarlandığı vurgulanır.
Bir ölçüde doğrudur ama tersinin yaşandığı da olmuştur. Lenin'in kurtuluş savaşımıza desteği bizde sempati, Stalin'in sonraki kösteği antipati yaratmadı mı? Missouri zırhlısının ziyareti sırasındaki Amerika müttefikliği coşkusu Lyndon Johnson'un ahmakça mektubu nedeniyle öfkeye dönüşmedi mi? Öyle duygu gelgitlerinin ulusal çizgimiz üstündeki etkileri yıllarca sürmüş ve sürmekte değil mi?
Son yıllarda Afrika ile kucaklaşmamızı tuhaf bulanlarımız var. Şaşılmaz. Benim çocukluğum ve ilk gençliğimde o kıtanın adı anılınca akla yalnız Hollywood filmlerinde sık görülen bela gelirdi: Yüzünü gözünü boyayıp tamtam çalarak aslan avcısı şapkalı beyazlara pusu kuran çıplak yamyamlar.
Peki, bugün? Afrika adı ne düşündürüyor çoğumuza? Geri kalmış, cahil, yoksul, boyuna darbe yapılmasına seyirci, hâlâ yarı çıplak zenci kalabalıkları...
Oysa gerçek çok farklı. Her şey acayip bir hızla değişmekte. Yarım yüzyıl önce Milliyet'te Çin'in görünür gelecekte süper güç olacağını yazdığım zaman
"Sarı derili dostlarıyla afyon mu çekiyor?" diye alay edenler çıkmıştı. Şimdi de bu yüzyıl içinde Afrika'nın hatırı sayılır bir ağırlık kazanacağını söylersem inanın lütfen.
Nitekim Çin de, Batılı kodaman devletler de öyle düşündükleri için o kıtada gözlerine kestirdikleri ülkeleri etki alanlarına alma çabasındalar.
"Kaynaklarınıza el koymaya niyetlenerek sizi tavlamaya değil, kardeşçe bağlar pekiştirmeye geldik" söylemiyle yarışa katılmamız yararlıdır. Burada duygusal görünüşlü tutum ile akıllıca hesap çelişmiyor, örtüşüyor.
Garip, hatta komik bulduğum, İngiliz ve Fransız medyasında dile getirilmekte olan
"Türkiye'nin Afrika'da ne işi var?" lafı. Hep hatırlıyor ve hatırlatıyorum:
Mustafa Kemal Pera Palas'taki davette bir İngilizin kendisine niçin öfkeyle baktığını merak etmiş. Babası Çanakkale savaşında Türkler tarafından öldürüldüğü için kinlenmiş olduğunu öğrenince yaverini göndermiş adama.
"Sor bakalım," demiş,
"pederinin Çanakkale'de ne işi varmış?"
Şimdi de gelin sormayın İngiliz ve Fransız meslektaşlara:
Sömürgeci ecdadınızın Afrika'da ne işi vardı?