Şöyle bir iş önerisi aldığınızı düşünün:
"Her gün hasmımı kötülemek için bir şeyler bulup kâğıda dökeceksin.
İyi para vereceğim." Vaktinizin ve emeğinizin kendi gözünüzde değeri varsa, kabul etmezsiniz herhalde. Gelin görün ki aralarında beğendiğim, hatta sevdiğim insanlar da bulunan birçok meslektaş o "iş" ile ömür geçirmekte.
"Kişilerle uğraşılmamalı" derler. Ama boyuna haber tarıyor, hedef kişiye ilişkin olumsuz malzeme buluyor, Allah'ın günü ille ona çatmak için bir şeyler çiziktiriyorlar.
İyi bildiniz: Kamuoyumuzun bir kesiminde Recep Tayyip Erdoğan'ı yermenin meslek dalı durumuna gelmiş olmasından söz ediyorum.
Önce yine kişisel parantez:
Şairin büyük karanlık dediği kaçınılmaz son iyice yaklaşmışken hayattan bir beklentim yok ki insanlardan olsun. Tek derdim sevdiklerimin, yurdumun ve dünyanın esenlik yoluna girebildiğini görmek. O umutla sesleneyim çoğu oğlum ya da kızım yaşındaki meslektaşlara.
***
Arkadaşlar!
İçinizde söz konusu kişiyi tehlike kaynağı göstermekle görevlendirilenler
"Seçim kazandı, şeriat getirecek" diye ayağa kalktılar. Dokuz yıl geçti, çok seçim kazandı; şeriata benzer bir şey gelmedi.
"Gelmedi ama mahalle baskısı yüzünden başı açık kadın sokağa çıkamayacak, İran'a döneceğiz" korkusu pompalandı. Halkın eğilimi doğrultusunda bir geleneklere dönüş var ama İranlaşma yok. Dileyen kadınlarımızın saçları rüzgârda püfür püfür.
Erdoğan'ın diktatörlük yolunda olduğu iddia edildi. İsteyen her gün ona hakaret yağdırmayı sürdürebiliyor.
Tepki gösterir, dava açarsa, o da yergi konusu oluyor.
Ne biçare diktatör bu?
Faiz lobileriyle halkın kanının emilmesini durdurdu, Batı sömürüsünün kerpeteni IMF'yi tepemizden defetti, Türk solunu kaç kere silindir gibi ezen asker vesayetini geriletti. İlerici geçinen kesimde kaç yorumcu eyvallah dedi?
"Kendi hesabına Müslümanlığa bağlı, ama toplum için laiklik yanlısı olduğunu söylemesine bakmayın, takiye yapıyor" görüşü yaygındı. Önceki gün Mısır'da laikliği savununca Müslüman Kardeşler tarafından eleştirildi.
Atatürk'ün başlıca ilkesinin bağımsızlık olduğunu tekrarlar dururuz. O Batı'nın yararlı ilkelerini benimserken emperyalizmine direndi.
Erdoğan Avrupa'ya üye olmamız için atılımlar gerçekleştirirken baskılarına karşı çıkıyor, İsrail'e kafa tutuyor, Sarkozy edepsizini rol çalma telaşıyla apar topar Libya'ya koşacak duruma düşürüyor. Ama kimi
"ilerici" yorumcularımız tarafından
"Eyvah, Batı ile aramızı açacak" diye
"suçlanmakta".
Kaç gündür projektörler Kuzey Afrika yolculuklarına dönük olduğundan, hedef kişinin yola çıkmadan saatler önce bir toplantıda söylediği kilit sözlerin üstünde durulmadı:
"Krizler kapitalizmi sorgulatıyor.
Alt yapıda sonu gelmeyen bir tüketim ve kazanma hırsı var. Emek üzerindeki sömürüye hâlâ son verilemedi. İnsanı temel alan bir modele geçmeliyiz."
Baştan beri bu sütunda şunu vurgulamaya çalışmaktayım:
Baş örtüsü gibi ayrıntılara takılı kalıp temeldeki ekonomi gerçeklerini gözden kaçırmayalım. Amaç yığınların refahı ve onurudur. Erdoğan elbette solcu saymaz kendini.
Ama onun İslam sevgisiyle izlediği çizgi karakterindeki ataklık ve halka yakınlık gibi özelliklerle desteklenince yığınların önünü açıyor.
Bir başka önemli ilke de barışçılık. Oslo konuşmalarının açığa çıkması aslında hayırlı oldu.
Başbakan için otoriter eğilimli, kavgacı, kabadayı falan diyenler uzlaşmacı yanını gördüler. Politika hesaplarına boş verip büyük risk alarak barışa asıldığı anlaşıldı. O çaba desteklenmeli.
***
Evet, pirifâni ukalalığına devam!
Sevgili meslektaşlar, Başbakan'ı eleştirmeyin demiyorum elbette.
Herkes gibi onun da yanlışları, ihmalleri, gecikmeleri oluyor.
Yazın onları. Örneğin
"Tutuklulukların uzaması zulme dönüşüyor, ivedi çözüm bulunsun" deyin. Ama körlemesine saldırı başkadır, düzeltme çabası başka.
Baltayla yapılabilecek şeyler çok sınırlı. Türkiye'ye neşter gerek.