Kin gönül iltihabıdır. Giderilmedikçe ruhsal bünye sağlıklı olmaz. Kendimden biliyorum. Kavgacı doğmuşum; genlerimde babamın sürekli öfkesi var. O yüzden ömrümün ilk yarısı karşı çıkmakla geçti. Beğenmiyor, iğreniyor, kızıyor, nefret ediyordum kolayca. Çok şeye düşmandım.
Ve mutsuzdum.
İkinci yarıda barışma eğilimi gitgide ağır bastı. Çatışma alanlarına "karşı taraftan" da baktıran olaylar yaşadıkça, iblis bildiklerimin insan olduklarını gördükçe, içimdeki kinlerden kurtuldum.
Kurtuldum diyorum, çünkü fark ettim ki her biri boğazıma saplı bir kılçık gibi kendime rahatsızlık veriyormuş. Onları çıkarıp attıkça huzurum arttı.
Tabii, barışma itirazdan vazgeçme anlamına gelmiyor her zaman. Çizgisini paylaşmadığınız bir kişi ya da kuruma kin beslemeden de karşı çıkmak olası.
Örneğin gençliğimde her iş adamına sömürücü gözüyle bakardım. Hasbelkader kendim de şirket yönetmek zorunda kaldığımda o çevrelerin insanları arasında çok iyi niyetli kişiler bulunduğunu, hatta onların sömürülebildiklerini gördüm. Ama kapitalizmin yerini piyasa dinamizmiyle kaynaştırılmış bir toplumcu düzene bırakmasını dilemekten vazgeçmedim.
***
MHP'lilere de toptan karşıydım. Abdi İpekçi'nin öldürülmesiyle o karşıtlığım düşmanlığa dönüştü.
Cinayet silahının patlamasını çok yakındaki evinde eşini beklemekte olan Sibel İpekçi duymuş,
"Abdi'yi vurdular!" feryadıyla pencerelere atılmıştı. O anı düşündükçe acısı tazelenir içimde.
Ama dün MHP'lilerle de barıştım. Yaklaşımlarına karşı çıkarken onları uzaydan gelmiş bela taşıyıcıları gibi görmeyeceğim.
"Kızlar ve Babaları" adlı bir kitap okuyorum. Genç bilimci ve editör Gökhan Yavuz Demir ile proje ortağı Alper Kanca 56 ölmüş ya da sağ erkeğin kızından babalarını anlatan birer yazı derlemişler; ortaya müthiş aydınlatıcı bir iç dökme koleksiyonu çıkmış.
Dün okuduğum yazılardan biri 1958 Gerede doğumlu Fatma Güner Haşatlı'nın. Babası Recep Haşatlı da oralı. Ailenin önceki kuşaklarında Çanakkale ve Yemen şehitleri var. Recep Bey askerliğini yaptıktan sonra İstanbul'da iş kurmuş, dürüstlüğüyle tanındıkça sevilmiş ve başarılı olmuş. Siyasal eğilim farkı gözetmeden çevresindekileri desteklediği için de popüler duruma gelmiş.
Ülkeye geniş çapta katkı sağlamanın politikayla olacağını düşünerek MHP'ye girmiş 1974 yılında. O dönemde dıştan kışkırtmalarla
"karşıt görüşlü" gençler arasında vuruşmalar başlayınca Recep Bey onları olaylardan uzak tutmak için elinden geleni yapmış.
Oysa kendisi tehditler alıyormuş. Başkaları olası saldırılarda yaralanmasın diye yanında fazla bulunmamalarını ister, el âlemin otomobillerinin zarar görmemesi için kendininkini uzaklara park edermiş. On yedi yaşındaki oğlu Mustafa'ya sataşma ve hırpalamalar artınca onu okuldan almak zorunda kalmış.
***
Gün 3 Ekim 1978. Yirmi yaşındaki Fatma'nın doğum günü kutlanacak. Her akşam sekiz sularında eve dönen babasının yolunu gözleyerek camdan bakmakta. Otoparka farlar yansır yansımaz yoğun silah sesleri başlıyor.
Arabanın tarandığını anlayan kız deli gibi koşarak merdivenlerden iniyor, önünü kesmeye çalışan komşuları aşınca babasının delik deşik edilmiş cesedini görüyor. Onun yanındaki Mustafa da kanlar içinde.
Göztepe SSK Hastanesi çok yakın. Delikanlıyı apar topar oraya yetiştiriyorlar. Ama birtakım
"karşıt görüşlü" kişiler asansöre bindirmedikleri için üçüncü kattaki ameliyathaneye merdivenden çıkarılıyor. Gövdesinde 12 mermi yarası var. Kan kaybından ölüyor kızın 17 yaşındaki kardeşi de.
Bunları sade ve kinsiz bir dille anlatan yazar caniler için şöyle diyor:
"Sözde 'halk iktidarı' istiyorlardı. Ama hedef seçtikleri kişiler halkın içinden gelmiş, fakir halkın gerçek çocuklarıydı."
Yazarı arayıp tanışma kararı oluştu kafamda bunları okurken. Yazık ki yazının sonunda editörlerin notu var. Fatma Hanım yazıyı verdikten kısa süre sonra kanser teşhisiyle hastaneye kaldırılmış ve kitabı göremeden ölmüş.
Gözümde yaşlarla bir kere daha ahdettim: çok geçerli neden olmadıkça, güzelim dünyadaki kısacık ömürlerin öfke ve nefretle zehirlenmesine katkıda bulunmayacağım.