Korku filmi kahramanı Dr. Frankenstein'in eğri boyunlu yardımcısının adı İgor'du. Okulumuzda da küçüklüğünde geçirdiği bir kaza yüzünden boynu hafifçe çarpık kalmış oğlana o ad takılmıştı.
Ama yüzüne karşı söylenmez, gıyabında kullanılırdı. Çünkü çok kızardı duyarsa.
Yakın arkadaşlarından biriyle üniversiteyi de birlikte bitirdikten sonra ortaklaşa iş kurdular. Şirketleri başarılı oldu, büyüdü. Daha sonra anlaşmazlık çıktı aralarında. Küstüler. O yüzden işleri de çıkmaza girdi.
İkisini barıştırmak isteyen dostları bir gün isim kompleksli arkadaşlarını alıp ortağının bürosuna götürmüşler. Bekleme salonunda otururlarken içlerinden biri patron odasına geçmiş, görüşmeye razı etmek için ortakla konuşmuş. Sonunda adam gülerek "Peki" demiş yüksek sesle. "Getirin bakalım İgor'u!"
Açık duran kapıdan bunu duyan "İgor" fırlayıp gidince görüşme gerçekleşememiş. Sonuçta ortakların şirketi tasfiye edildi; ikisi de büyük zarar gördüler. Laf yüzünden vahim olumsuzluk yaratılmasının örneklerine ne zaman rastlasam o arkadaşlarımın yaşadığı saçmalık gelir aklıma.
Şimdi en kritik sorunumuzun çözümüne zemin oluşturacağını umduğumuz anayasanın hazırlıklarını başlatmak üzereyken laf ağlarına dolanmamız tehlikesi var. Falanca adama filan kişiler sayın derse... Yıllar önce bomba patlatmış militanın onlar açısından kahraman sayıldığı söylenirse... Bunlar mı daha önemli, önümüzdeki dönemde yine binlerce insanın ölüp ölmemesi mi? İlle lafla uğraşacaksak, atalarımızın öğüdünü hatırlayalım:
"Söz var, dağa çıkarır. Söz var, dağdan indirir."
***
Özellikle yabancı kökenli deyimlere göre rota çizerken onların anlamını netleştirmezsek yolumuzu şaşırırız. Bizde tartışanların karşı tarafı dayatmacılıkla suçlamak için çokça kullandıkları
"jakoben" sözcüğü var. Birkaç yıl önce ben de o siteme -yarı şaka yollu- hedef olmuştum.
Kimdi söyleyen, biliyor musunuz? Yeni sayfa ortağım, değerli politikacıyazar Hasan Celâl Güzel. (Bu vesileyle kendisine hoş geldiniz diyerek gazetedeki yaklaşım çeşitliliğinin genişlemesine sevincimi belirteyim). Bir televizyon programında başka bir konuşmacının tezlerini sol açıdan eleştirmeme
"Siz de amma jakobenmişsiniz" diyerek itiraz etmişti gülümseyerek.
Dünkü yazısının başlığı da
"Jakobenler" idi. Ülkemizdeki kullanımıyla
"tepeden inmecilik" diye tanımlıyordu o kavramı.
Doğrudur. Sözlük anlamlarından biri de öyledir. Ama konuya biraz daha derinlik getirmek için ayrıntılara girmekte yarar var.
Başarılı devrimler tepeden inmez, itici güçlerini alttaki yığınlardan alır. Onları yönetmeye soyunan kadrolar ise darbeci gibi davranmak zorundadırlar; çünkü başlangıçta parlamenter komisyonla, sandıklı seçimle, yasal oylamayla devrim yapılmaz.
Fransız devriminin lokomotifi Jakobenler partici değil, dernekçiydiler. Birçok yerlerde kurulan Jakoben kulüpleri güçlerini
"sans-culottes" (külotsuzlar) denen kent işçilerinden alıyorlardı. (Bizde
"külot" don anlamına gelir. O dönem Fransa'sında zengin giysisi olan diz boyu ipek pantolonların adıydı).
Külotsuzlar ve Jakobenler sonradan ağır basan ılımlı devrimciler tarafından tasfiye edildiler ama devrimle amaçladıkları şuydu: yaygın demokrasi, sosyal ve ekonomik eşitlik, ucuz yiyecek, statükonun aşılması, ayrıcalıklı elitlerin kendilerini hor görmelerine son verilmesi.
***
Temel niteliği bakımından tepeden inmeci değil, aşağıdan yukarıya doğru hak arayıcı ve vesayet giderici olan o program günümüz Türkiye'sindeki bir gelişimi andırmıyor mu sizce?
Recep Tayyip Erdoğan elbette darbeci anlamında devrimci sayılmaz. Tersine, o niyettekilerin tam karşısında. Ama açıkladığı ve tutturmaya başladığı hedefler ile Fransız külotsuzlarının amaçları arasında paralellikler var. Yani iktidar partisi yanlılarına
"Bir bakıma siz de Jakobensiniz" dersem, hakarete uğramış gibi İgorlaşmasınlar hemen.
En iyisi, sözcüklere takılı kalıp kamplaşma kızıştırmadan ivedi çözümlere yönelelim.