Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK ERDURAN

Büyük barış için

Bulanıklıkları, yutturmacaları, kavram kargaşalarını gidermenin tek yolu açık konuşmaktır. Hangi yârin zülfüne dokunacağını düşünmeden herkes söylemelidir bildiğini.
Pir-i fâniler için o daha da ivedi bir görev; çünkü her an canla birlikte bilgilerin toprak altına gitme olasılığı var. Hem onların açık konuşması hiç zor değil. Zira yaş yeterince ilerleyince dilin tutulmasını gerektirecek ne çekince kalıyor, ne beklenti.
Sürgit akıl karışıklığı ya da ikiyüzlülük kaynağı olduğunu gördüğüm bir konuya netlik getirmek için bir gerçeği kayda geçirmek istiyorum ölmeden. Önce, "Yine mi?" demenizi göze alarak bir kere daha Emre Kongar'dan söz edeceğim.
Dünkü yazısında vaktiyle İlhan Selçuk'tan kendisine gelen Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmenliği önerisini geri çevirdiğini açıkladı.
Doğrudur. İlhan Selçuk'la son konuşmalarımızdan birinde gazeteyi kime emanet edebileceği konusu gündeme gelince "Emre'yi düşünmez misin?" demiştim. Yanıtı kısa oldu: "Söyledim, istemedi."
Ama bu değil düşülmesi gereken dipnot.

***

Emre kardeşim olaydan şöyle bir sonuç çıkarıyor:
"İlhan Selçuk darbeden hoşlanmadığımı bilirdi. Öyleyken gazetenin başına beni getirmek istemesi onun da darbe yanlısı olmadığını kanıtlar. İlhan Selçuk darbeci değil, devrimciydi."
Orası tartışmalı. Bir kere, gerçeklerden kaçınmadan, sözcüklerden ürkmeden, darbecilikle devrimciliğin karşıt kavramlar olmadığını, çoğu zaman örtüştüklerini görmeliyiz. Lenin darbeci değil miydi? Seçim kazanarak mı kaptı iktidarı?
Ya Mustafa Kemal?
"Efendim, hep çevresindekilerin mutabakatıyla iş gördü, kongre kararlarına uydu, Meclis iradesine saygı gösterdi."
Ne kendimizi kandıralım, ne birbirimizi. Meşruluk görüntüsü yaratmak için zekice uygulanan "pro forma" politika taktikleriydi onlar. Devrimin gerçekçi lideri gerektikçe "Sözüm dinlenmezse kelleler gider" demekten ve kritik kavşaklarda kelle almaktan çekinmedi. Padişahlık düzenini yıkmayı, yani devrim yapmayı başka türlü gerçekleştiremezdi zaten.
Kısacası, kişisel çıkar hesaplarıyla işlendiği zaman elbette vahim bir suç sayılması gereken "darbecilik" başka koşullarda en toplumcu, en iyi niyetli, en yürekli insanların benimseyebileceği bir tutum olabiliyor.
İlhan Selçuk öyle biriydi. Dürüst, özverili, yiğit bir aydındı. Ve "darbeci" idi bir zamanlar.
***

Nereden mi biliyorum? O dönemde ben de kendimi aşağı yukarı aynı yolun yolcusu sayardım. "İş üstünde" tartıştığımız olmuştu. Yaklaşımlarımız arasında ayar farkları vardı. O daha Kemalist, pragmatist, kestirmeciydi. Ben daha Marksist, teoriye bağlı, ihtiyatlı (çekingen de denebilir) davranıyordum.
Bir gün beni acele yanına çağırdı. Doğan Avcıoğlu ile karşılıklı oturmuş, asker ve sivil yandaşların yakın gelecekteki başarısına dayalı somut planlar yapıyorlardı. Girişimin basın ve kültür kesiminde görev almamı istediler. Gözüm yemedi. İşçi sınıfından güç almayan atılımların serüven olacağı gibi laflar ederek özür diledim.
Gelelim günümüze. Darbecilikle suçlanarak cezaevlerinde bekletilen kişiler arasında her türlü çıkarcılıktan uzak, namuslu, insancıl olduğunu bildiklerim var. Kendi özgürlüğümden rahatsızım. Toplumumuz da bir büyük barışa muhtaç. Onun nasıl sağlanabileceğini düşünüyorum.
Hamlet'in katil amcası Kral dua etmeyi deneyip başaramayınca "Suçumun ürünlerinden hâlâ yararlanmaktayım da ondan" der. Yurdumuzda bir daha darbenin düşünülmesini bile olanaksız kılacak ortamın yaratılması ön şart. Genel helalleşmenin ilk adımı yığınları hor görmekten herkesin vazgeçmesidir.
Onların ancak kendi rızalarıyla kurulan bir düzende mutlu olacakları bilinci bütün kafalar ve gönüllerde sağlamca yer ederse toplum vicdanında af çıkar. Hepimiz huzura kavuşuruz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA