Abdülhak Hamit "Ölümden korkmuyorum, iğreniyorum" demişti. Ona benzer bir laf edeceğim. Kenan Evren'e kızmıyorum artık. Çok yaşlı, çok yenik, çok güçsüz. Aradan geçen otuz küsur yıl da insanın öfkesini soğutuyor tabii. Yağlı idam urganlarını, falakadan yarılmış tabanları, ağızlara tıkılmış dışkıları hatırlayınca iğreniyorum, o kadar. Yeni ve temiz sayfalara bakmayı, eskileri karıştırmamayı tercih ederim.
Ama bırakmıyor adam. Kapanmış yaraların kabuklarını kaşıyor. Savcıya verdiği ifadede "Pişman değilim" dedi. "Şimdi yine yaparım" buyurdu. Bir de, ölmüş olduğu için tekzip yollayamayacak sınıf arkadaşı Bedrettin Demirel'i suçlu duruma düşüren şeyler söyledi.
Sözde Bedrettin Paşa darbe yapmak için tutturmuş da, kendisi "Çocuk oyuncağı değil" diye karşı çıkmış.
(Sonradan general oyuncağı olduğunu fark etmiş herhalde.)
Bildiğim gerçeği kayda geçirmek gerekir. Söylemiştim: Bedrettin Demirel bacanağımdı. Baş başa rakı sofrası sohbetlerimizde ikiyüzlü davranması için hiçbir neden yoktu. Darbeye kızıyor, yapılmış olanlardan utanıyor, zulüm dediği uygulamalara ateş püskürüyor, "uygun ortam" koşullarının nasıl hazırlandığını anlatıyordu.
Sapasağlamdı. Ankara Orduevinde bir gece ölüverdi uykusunda. "Kalp krizinden" dediler. Öyledir herhalde.
Nedense bizim memleketin havası olumlu insanlara pek yaramıyor. Allah daha da uzun ömür versin, Kenan Paşa dalya diyeceğe benzer de, Özal gibi, Ecevit gibi, Adnan Kahveci gibi, Eşref Bitlis gibi, Menderes gibi, Deniz Gezmiş gibi kişiler pattadak gidiyorlar.
Kimi çetrefil sağlık durumundan, kimi kazadan, kimi cellattan.
***
Şöyledir böyledir ama ülkemizin küçümsenemeyecek bir özelliği de vardır: ilginçtir. Yani çok acayiplik içerir. Başınıza her şey gelebilir de, canınız sıkılmaz burada.
"Minareyi çalan kılıfını hazırlar" çocuklara anlamının açıklanmasında güçlük çekilen atasözlerimizdendir. Mecaz falan dersiniz. Anlamaz, sorarlar:
"Minare nasıl çalınır?"
Kapışmalar cenneti Türkiye'de öyle bir olayın ciddiyetle gündeme gelebileceği de görüldü sonunda. Şanlıurfa'nın şanına pek yakışmıyor ama oradaki camilerden birinin fahri imamı ile cemaatten kimi kişiler arasında berbat bir anlaşmazlık çıktı. İmamın ibadethanenin klimalarını, halısını ve teneke minaresini yürütmüş olduğu iddia edilmekte.
İmam da savunuyor kendini:
"Klimalarla halı caminin değil, derneğindi. Başka yere taşıdım. Minare de bidonlardan yapılmıştı. Hurdacıya sattım, parasını fayans döşenmesine harcadım."
(Bidon lafı en olmadık yerlerde karşımıza çıkıyor, değil mi?)
Savunmasını kabul edin, etmeyin; sayın fahri imamın sicili kılıfsız değil. Kimsenin davranışı dayanaksız kalmıyor zaten. Kenan Evren ve arkadaşlarının da darbe gerekçesi hazırdı: uygun gördükleri zaman bizi öcülerden koruma yetkisini onlara tanıyan mevzuat maddesi.
Yakında o kılıf elden gidiyor. Kendimizi her tehlikeden yine kendimiz koruyacağız.
***
Parti merkezlerine yakın yerlerde ev tutma derdine düşen taze milletvekilleri kiraları duyunca şaşırdıklarını söylediler.
"Bu kadar yüksek olduğunu hiç bilmiyorduk" diyorlar.
Yazgımızı belirleyecek yasaları yapmak için parlamenterliğe soyunan kişilerin kendilerinde hangi özellikleri görüp o yetkiye talip olduklarını hep merak ederim. Bence aranacak şartların en önemlisi ülkeyi iyi tanımaktır. Şimdi anlaşılıyor ki birçoğunun başkentimizdeki kira düzeylerinden hiç haberi yokmuş. İnşallah Türkiye'nin başka gerçekleri konusunda da o kadar bilgisiz değillerdir.
Yani zaman zaman Meclis'i Kırkpınar çayırına çevirmeleri kaçınılmazdır ama, umulur ki bu sefer kapışmalar düzgün güreşe benzer de kör dövüşü olmaz.
Ağalara ve cazgırlara kolay gelsin!