Hiç "Bu ne biçim hayat" diye hafiften bunalıma girdiğiniz oluyor mu? Yalnız değilsiniz. Bütün canlıların yaşantısında dertler keyiflere ağır basar.
Doğada yaygın duygu kaygıdır. Ceylanın ömrü aslan korkusuyla, aslanın ömrü açlık korkusuyla geçer.
İnsan topluluklarında durum beterdir. Öleceğini bilen tek canlı olması bir yana, zekâsı ve hırsıyla yepyeni hevesler, yarışlar, belalar yaratarak kendi hayatını zora sokmuştur "eşref-i mahlûkat".
En tuzu kuru sandığınız kişilerin bile yaşantısına yakından bakarsanız huzurdan çok gerginlik görürsünüz. Amerika Cumhurbaşkanı anket puanları düşerse, holding ağası bilanço bozuk çıkarsa, sinema yıldızı beklediği rol verilmezse diye diken üstündedir. Atalarımızın "Büyük başın derdi büyük olur" sözüyle altını çizdikleri gerçek de budur işte.
Öylece, türümüzün akıl gücünün önemli bölümü sıkıntı azaltma, yani mutluluk yolunda karşılaşılan sorunları aşma çabasına gider. Bu da eldeki olanakları en etkili biçimde kullanabilmeyi gerektirir. Onun şartı ise güçlüklerin ağırlık ve ivedilik sırasına göre çözüm önceliklerini doğru belirleyebilmektir.
Düşüneceksiniz: "Karşımdaki en yaşamsal sorun ne? Sonraki? Daha sonraki?"
Hepsinin üstesinden gelmek için olanaklarınızı ona göre seferber edeceksiniz.
***
Orduların hekimleri savaş sırasında kaderin çok zalimce bir sınavından geçmek zorunda kalabilirler.
Birlik beklenmedik bir saldırıya uğramış, ağır zayiat vermiştir. Yaralı sayısı çok, tıbbi yardım olanakları yetersizdir. Çabucak karar vermek gerekir:
Önce hangi yaralılarla ilgilenilecek?
Böyle durumlarda uygulanan kural vardır.
Hekimler onları üçe ayırır:
1. Yardım edilse de kurtarılamayacak olanlar.
2. Yardım edilmese de iyileşecek olanlar.
3. Yardım edilmezse ölecek, edilirse kurtarılabilecek olanlar.
Önce üçüncü gruptakilerle uğraşırlar tabii.
Siz savaş ortamı gibi çetin koşullarla karşılaşmadan da bu akılcı sıralamayı kendi yaşantınızda uygulayabilirsiniz.
Diyelim kız istediğiniz halde oğlunuz oldu. Oğlanı hadım ettirecek değilsiniz ya. Konuyu sorun yapmayıp erkek evladın iyisini yetiştirmeye bakarsınız.
Çocuk buluğa ererken yüzünde birkaç sivilce çıktı diye doktor doktor dolaşmanız gereksizdir. Bir iki yılda
"sorun" kendiliğinden geçer.
Ama ağır işitiyorsa o gerçekten sorundur. Kötüye gitmemesi ve bütün yaşantısını etkilememesi için bir an önce ele almanız gerekir.
***
Toplumlar için de geçerlidir bu mantık.
Çok şeye sorun diyoruz. Hele şu ara seçim atışmalarının curcunasında tarafların dert sıralayıp kabahatli diye birbirini suçlamasıyla kafalarımızın içi Marko Paşa'nın şikâyet defterine döndü.
Türkiye'nin her alanda çözüm gücü çok gelişti ama yine de sınırları var; olanakların akıllıca kullanılması gerek. Seçimden hemen sonra kolların sıvanacağı da belli. İşi politikacıların tekeline bırakmayıp medyası, üniversiteleri, toplum örgütleriyle bütün kamuoyunun şimdiden konuya eğilmesi yararlı olur.
Çözüm çabası sıralamasında benim önerim şöyle:
1. İçte silahlı çatışmaya kesin son verilmesi. (
"Kürt sorununun çözümü" demiyorum. O uzun sürebilir.) 2. Yeni anayasanın özenle ama hızla hazırlanması, vesayet hortlamasının da kesinlikle önlenmesi.
"Üçüncüsü yok mu?" diyebilirsiniz.
"Kıbrıs'ta çözümden, Avrupa ile ilişkilerden ne haber?"
İlk ikisinin üstesinden gelirsek ülkemiz çok geçmeden ekonomide havalanıp öyle bir bölge gücü olacak ki, Kıbrıs'ın güneyi kuzeydeki refahın gölgesinde kalacak. Avrupa da er geç
"Türkiye'nin üyelik hevesini nasıl tazeleriz?" diye sorun çözmeye başlayacak.