İnsanlar doğal afet ve toplu felaket günlerinde nasıl davranır? Paniklerler, değil mi? Herkes başının çaresine bakar, kargaşa çıkar, millet birbirini ezer; yağmalama önlenemez. Öyle biliriz.
Oysa gözlemler bu inancı desteklemiyor. Hatta genelde gerçekler o görüşün tam tersi.
Toplumbilimci Rebecca Solnit yaşanmış olayları bütün ayrıntılarıyla inceledikten sonra bulgularını "Cehennemde Yapılanan Cennet" ("A Paradise Built in Hell") başlıklı kitabında toplamış. Açıklamaları çok şaşırtıcı.
Paylaşılan büyük tehlikeler ve birlikte göğüslenen dev zorluklar insan ruhundaki kurtarıcılık güdüsünü ateşliyor. Dayanışma eğiliminin öne geçmesiyle bireylerde başkalarına müşfik davranma yatkınlığı artıyor. Yardımlaşma seferberliği kendiliğinden başlıyor toplumda.
Evsiz kalanları barındıracak yerler çabucak hazırlanıyor, halka açık mutfaklar oluşturuluyor, kimsesiz çocuklar koruma altına alınıyor. Bunları yapacak gönüllülerin bulunmasında zorlanılmıyor.
Ölümle karşılaşanların imdadına yetişirken kendi canını tehlikeye sokanlar da çıkıyor mutlaka. Yangınların içine, deprem yıkıntılarının altına dalanlar, azgın sel sularına atlayanlar, şimdi Japonya'da görüldüğü gibi radyasyon tuzaklarında ecelle kucaklaşanlar oluyor.
Geçen hafta bir röportajcıyla konuşan Rebecca Solnit "Japonlar harika, güzel güzel sıraya giriyorlar, yağma yapmıyorlar diye hayranlık belirtilmesi çok garip" dedi. "Sanki başka yerlerde insanlar sıraya girmedi de hemen yağmaya girişti."
Anlattığına göre, büyük felaket yaşayan ülkelerin çoğunda toplumsal disiplin azalmamış, artmış. Daha kolay sıraya girer olmuş insanlar. Hatta zaman zaman tuhaf bir sonuç da görülmüş: normal dönemlerde dert edilen kaygıların aslında ne kadar önemsiz olduğunun farkına varılması, "Sağ kalmak ne güzel şey" duygusunun yaygınlaşması ile bir "yaşama sevinci" sarmış toplumu.
Büyük savaş sırasında kentlerine bomba yağan Londralılar enkaz kaldırırken neşeli şarkılar söylüyor, daha önce yabancılarla hiç konuşmamış insanlar sokaklarda kahkahalar atarak şakalaşıyorlarmış.