Aptallara kuş beyinli dememiz kanatlı canlılara haksızlıktır. Sert rüzgârda bir karganın ağaç dalları arasında keskin dönüşlerle süzülüşünü seyrettiyseniz bilirsiniz: en becerikli pilot bile uçağına o manevraları yaptıramaz.
Meğer kuşların ustalıkları arasında nişancılık ve müzik eleştirmenliği de varmış. Baksanıza, Amerika'daki bir "rock" konseri sırasında bir güvercin bas gitarcı Jared'in ağzına pisledi. Adam "sağlık kaygıları nedeniyle" devam edemeyeceğini söyleyince, daha üçüncü şarkıda konsere son verilmiş.
(Niçin ağız temizlenip gitar çalınamadığını anlamadım. Jared biraz sorunlu beyinliymiş de güvercin kakasında AIDS virüsü gibi bir şey bulunduğuna mı inanıyormuş acaba?)
***
Müzik elbette yaşantımızın en değerli boyutlarından biridir. Onsuz hayat çok yavan olurdu.
Ama nasıl müzik? İnsanı uygarca duygu doruklarına taşıyarak tanrılaştıranı da var, şempanzelerle akrabalığımızı vurgulayanı da.
Kimi türlerinin sevenlerini kızdırma olasılığını göze alarak bir önyargımı açıklayayım. Dinlediğim müziğin en ağırlıklı özelliği
"ritim" (vurgu) ise, yani ahenk ve melodi tadı vermekten çok elime ayağıma tempo tutturuyorsa, onun sinir sistemimdeki maymunluk mirasçılığına seslendiğini düşünürüm.
"Rock" endüstrisi de o olanaktan nemalanıyor. Birtakım oğlanlar ellerinde gitarlarla sahnelerde avaz avaz haykırarak kendilerini oradan oraya ata ata debelenirlerken yüz binlerce mest olmuş
"hayran" havaya kalkık kollarını dalgalandırıyor saatlerce.
Belki aldığım izlenim bendeki bir eksiklikten kaynaklanıyordur. Ama Batı'nın Afrika'dan yürütüp cilalayarak dünyaya pazarladığı o görüntüye bakarken bir ilkellik ayini seyreder gibi oluyorum.
***
Birkaç yıl önce Mekke'de hacılar birbirini ezince bir Alman dergisi faciayı
"Arap şapşallığı" diye alaya almıştı.
Üstün Cermen ırkının ağırlıklı yaşadığı yerlerde öyle şey olmaz tabii. Oralarda yalnız akılcı düzen ve disiplin görülür.
Aksiliğe bakın ki Aşk Geçidi adlı
"rock" ayininde kendinden geçmek için Duisburg'da toplanan bir buçuk milyon kişi de aslan görmüş manda sürüsü gibi panikleyiverdi durup dururken. Sonuç 400 yaralı, 19
"rock" Niyazi'si.
***
Müziğin hamakat hizmetine girmesi yeni bir şey değildir. Voltaire
"Bir söz ağza alınamayacak kadar aptalca ise şarkı diye söyleyebilirsiniz" demişti. Şimdi bizde Tuğba Özay
"abuk sabuk şarkı sözlerine" isyan etti:
"İnsanlara güzel şeyler vermeliyiz. Sırf 'Haydi gidelim Bodrum'a, bu gece eller havaya!' olmuyor."
Sevilay kızım da insanlara güzel şeyler verme umuduyla
"ünlü" kişilerden halk oylaması konusunda görüş almaya kalktı. Sezen Aksu dışında, başvurduklarının hepsi
"Konu hassas, cısss" diye yan çizmişler.
Bu da yeni değil. Vaktiyle Aydınlar Dilekçesi adlı -o günün ortamında netameli- duyuru için imza toplama girişimi hayli paniğe yol açmıştı.
"İmza atmak adetim değildir" diyenler mi istersiniz,
"Aman bana bunu göstermemiş ol" diye yalvaranlar mı...
Frenkler o tutuma
"çitte oturma" adını verirler. İki bahçeden birine girmeye cesaret edemeyip aradaki çitin üstüne tüneme anlamında.
Öyle davrananlar iki yandaki tehlikelerden uzak durduklarını düşünür ama bahçe sahiplerinin ikisini de düşman ederler kendilerine. Sürgit çit üstünde oturulamayacağına göre, sonunda bir yana atlayınca bütün işten zararlı çıktıklarını da görürler.
Bu gerçeği vurgulayan atasözlerimiz vardır.
"Bitaraf olan bertaraf olur" gibi.
Herkesin iyice düşünmesini, bağımsızca karar vermesini ve
"Bana ne derler?" kaygısından arınarak görüş açıklayabilmesini gerektiren günlerden geçmekteyiz.
Biraz cesaret! Eller havaya!
Ama herhangi bir kafa ya da ruh uyuşukluğuna teslimiyet için değil. Onurlu vatandaş gibi tercih bildirmek için.