Abdestsiz namaz kılınıp kılınamayacağı sorulunca ne demiş adam?
"Ben kıldım, oldu."
Olmuş da, ne olmuş? Bir eğilip kalkma olmuş. Yapılan şey namaz olmuş mu? Hayır.
Latincenin de facto deyimi "bilfiil, gerçekte, somut durumda" anlamına gelir. Karşıtı da vardır: de jure. Yani "kanunen, yasal bakımdan, hak açısından."
Abdest almadan eğilip kalkan, dua okuyan, sağa sola üfüren kişi kendini bilfiil namaz kılmış sayabilir. Ama yaptığının de jure geçerliği yoktur.
Üstünde anlaşılmış kurallara bağlı her konuda böyledir bu. Bildiğini okumak meşruluk sağlamaz, öylece alınan sonuç kabul edilmiş görünse bile sonunda hayır getirmez.
Bir futbolcu topu koltuğunun altına kıstırıp karşı kaleye girerse gol olur mu? Diyelim hakem golü verdi, federasyon ses çıkarmadı, haksız kazanan takım bilfiil şampiyon sayıldı, kupayı götürüp dolabına koydu, hatta medyanın bir bölümü de alkış tuttu.
Ne değer biçersiniz o de facto zafere? Günün birinde başkaları dolabı kırıp kupayı kapmaya kalkarlarsa, o yasa dışı davranışı hangi hakka hukuka dayanarak kınayabilirsiniz?
* * *
Düşünce netleştirme gerektiren bir konu da "çoğunlukla karar" kavramıdır. Öyle elde edilen her sonucu demokratik sayma eğilimi yanıltıcı olabiliyor.
Diyelim bir grup delikanlı banka önünde tartışıyorlar. Konu: "İçeri girip paralara el koymak doğru mudur, yanlış mı?"
Oylama yapılıyor. Alınan karar uyarınca içeri girip vezneleri boşaltmayı deniyorlar.
Olaya ne ad verirsiniz? "Demokratik yöntem uygulaması" mı? Soygun mu?
* * *
Evet, hukuk kutsal bir kavramdır.
Din de öyledir. Ama bir sürü rahip hakkında sübyancılık soruşturması açılmakta.
Kutsal kavramların insan yaşantısına geçirilmesinde insan eliyle yürütülüyor uygulama. Kişiler ise yanılabiliyor.
Hukukçular da insandır. Hiçbiri yanlış yapmasa aralarında anlaşmazlık çıkmazdı.
"Yargı kararlarına saygınız yok mu?" diye mesaj atan sayın okurum rahat olsun. Elbette var. Ama saygı başkadır, her düşünce ve davranışa katılmak başka.
Babam avukattı. Demokrat Parti İstanbul İl Başkanı, ünlü meslektaşı Kenan Öner de aile dostumuzdu, CHP'nin ünlü bakanı Hasan Ali Yücel de. Aralarında çıkan çetin bir kavga yüzünden mahkemelik olmuşlardı.
Kenan Bey öfkesi burnunda, ağzı da hayli bozuk bir zattı. Bir akşam yemeğinde davadaki bir tersliği anlatırken gitgide hırslanıp "Hukukun da, hukukçuların da" diye kükremesini unutamam.
Bugün sağ olsaydı da "Esasa girilmez ama oylanınca girildi" durumlarını görseydi, sevgili okurum tarafından ivedilikle saygıya davet edilmesi gerekirdi herhalde.
* * *
Tabii, şunu da hatırlamak gerek: yargıçlar "mevzuat" dediğimiz kurulu yasal düzen içinde iş görmek zorundadırlar. O çerçevede tuhaflıklar varsa, uygulamada kimi zaman ortaya çıkan durumlar onların kabahati değildir.
Bizim çerçeve yer yer evlerden ırak!
Ta 1927 yılında oluşturulmuş, Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu diye bir şey var.
Ağır Ceza Mahkemelerinde, Genel Ahlaka Aykırı Suçlar kapsamında kitaplar yargılanıyor.
(Konuyu temelden düşünün lütfen. Ne demektir kitap yargılamak? Kapaklarına kelepçe vuruluyor mu acaba?)
Bilirkişi raporları birdirbir oynayarak birbirini yalanlamakta. Bir heyet bir kitaba edebi derken, öteki "okuyanları hayvani hislere sürükleyecek nitelikte" buluyor.
O bulgu benim için tam bir bilmece. "Hayvani hisler" yalnız cinsel alanda oluşmaz. Ben kimi şeyleri okurken iki elimle insan gırtlaklamak gibi canavarca istekler doluşuyor içime.
Meclis ve mahkemeler göreve! Bir an önce Büyükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu'nun çıkarılmasını, kararlarda da hep esasa girilerek bilfiil vesayet uygulanmasını bekliyorum.