İnsanoğlunun özelliklerinden hiçbiri kimsenin tekelinde değil. Aptallık dahil.
Geçen haftanın ilk günlerinde pek çok Amerikan gazetesi, dergisi ve televizyon kanalında "Avrupa'nın akılsızlığı" ile dalga geçildi. "Kendi çıkarlarını hesaplayamıyor, İslam âlemiyle köprüler kuracağına düşmanlık körüklüyor, özellikle Türkiye'nin önemini kavrayamıyor" denmekteydi.
Birkaç gün sonra Amerikalı politikacılar ülkelerine soğuk bakmada zaten dünya birincisi olan halkımızın büsbütün tepesini attıracak bir oylama sergilediler ekranlarda.
Korkum bu ahmakça sorumsuzluk gösterisinin bizdeki antidemokratik tezlere güç kazandırması. Parlamentolu düzenin bilinen zaafını vurgulamak için "İşte," denebilir, "küçük kafalarda yerel ve kişisel politika kaygıları ülke çıkarlarına ağır basıyor, böyle oluyor."
Buna verilebilecek tek etkili yanıt kendi kafalarımızın daracık hesapların tutsağı olmadığını davranışlarla kanıtlamak.
***
Yargıtay Başkanı bizde yargının kuşatılmakta olduğunu söyledi. Başbakan ise
"Hayır" dedi,
"asıl yargı yasamayı ve yürütmeyi kuşatıyor."
Ortaçağ savaşlarında zaman zaman görülen bir durumdu:
Kuşatılan bir kentin ya da kalenin içindekiler huruç (çıkış) yapıp yardıkları düşman saflarının gerisine sarkarlar. Kimin kimi sardığı belli olmaz.
Yurtta ve dünyadaki pek çok konuda halkalar iç içe geçip bilmece yaratmakta.
Aden açıklarında korsanlar mı ticaret gemilerini sarıyor, savaş gemileri mi korsanları?
Kongre komitesinde lehimize karar çıkartmak için Obama'nın üyeleri
"kuşatmış" olduğu söyleniyordu.
Anlaşıldı ki onlar başkanı daha çok kuşatmış.
Genel tabloya bakılınca, denizle bağlantısı olmayan Ermenistan'ın bir çeşit coğrafya muhasarası altında bulunduğu söylenebilir. Bizim üç yanımız deniz; ama dünyada -sevgili Ermeni komşularımızın sayelerinde- bir husumet kuşatması altındayız.
Kıbrıs konusunda da aynı halkalı durum var. Türk ordusu tarafından kıstırılmış olmaktan yakınan Rumların hayli başarılı manevrası Batılı ağabeylerinin Türkiye'yi kafakola almasını sağlamak.
***
İçteki Yargı-Yürütme kavgasına gelince... Hangisinin hangisini kuşatmakta olduğunu karara bağlamadan önce, bir başka garabeti çözüme ulaştırmak gerek:
Kolları birbiriyle çekişen bir ahtapot gibi, adalet görevlilerimizin bir bölümü öteki bölümüyle kavgalı.
Savcılar savcıları tutuklatıyor. Yetkililer birbirlerini görevden almaya bakıyor. Yargı kendini kuşatıyor.
Doruktaki bir görevlimiz, hükümet sempatizanı olduğu söylenen Anayasa Mahkemesi Başkanı bile
"Tutukluluğun uzatılması insan hakları ihlalidir" derken, Silivri mahkemesinin başkanı aynı kanıdayken, iki üyenin karşıt oyları gerekli tahliye kararlarını engellemekte.
Medyadaki ve kamuoyundaki eleştiriler, uyarılar, dilekler de nafile. Kaçması ve kanıt karartması söz konusu olmayan, topluma yararlı katkılar sağlayabilecek insanların en verimli yaş dönemlerindeki yaşantısı belirsiz gerekçeli bir ısrarın kuşatması altında.
En zararlı ve tehlikeli kısıtlama duyguların akıl üstündeki ipoteğidir.
***
Sözünü ettiğim Ortaçağ kentlerinin surlarında huruç kapısı denen gizli çıkış yerleri bulunurdu. Savunma birlikleri uygun zamanda oralardan fırlayarak baskın yapardı kuşatmacılara.
Yargının kendisiyle ve dışındakilerle kavgaları gibi pek çok konuda duygularımız mantığımızı sarıp sarmalamış durumda. Alışılmış düşünce düzenimizin taştan surlarında çıkış kapıları olup olmadığını merak ediyorum.
Hiç mi huruç yapamaz aklımız?