Daha fazla okunmak, konuşulmak ya da medya sitelerinde yer almak uğruna vicdanını terk edebilen.
Köşe yazılarının tıklandığı kadar değil arkadaşları kadar adamdan sayılabileceğini idrak edemeyen.
Gönül rahatlığıyla bel altından vurabilen.
Ani bir manevrayla insanlıktan çıkabilen.
Arkadaşının sırrını tutmayı beceremeyen.
Mutluluğu ve hüznü paylaşmak nedir bilmeyen.
'Gazetecilikte her şey mübahtır' ana fikriyle nefes alan.
Köşesinden çaktığı kadar varolduğuna inanan gazeteciden arkadaş olmaz.
Zaten gazeteci aleminin çoğu da böyledir. İstisnalar kaideyi bozmaz, ah keşke ama bozamaz.
Bugünün bir kutucuk yazısı, bir atımlık haberi için belki de ömürlük dostlarını, arkadaşlarını ağızlarının suyu aka aka satıverirler.
Sonra da kalkıp bunu aziz ve kutsal gazetecilik uğruna yaptıklarını bahane edeler. Sanki gazetecilikte aziz ve kutsal bir şey kalmış gibi.
Sanki yazdıkları şeyler hayatın sırrını veriyor, ülkeyi kurtarıyor, devrimler başlatıyormuş, en büyük sorunlara çare buluyormuş gibi (yaptığınız dedikodu lan, dedikodu).
Life Style süsü verilmiş 'Çak Style', 'Dedikodu Style', 'Kin Style' koltuklarına yapışırlar da yapışırlar.
O ne tutkudur, o ne hırstır, o ne kendini fasulye gibi nimetten saymaktır valla anlatılmaz yaşanır.
Tam olamadıkça, hep yarım hissettikçe daha da yapışırlar pek kıymetli makamlarına.
Ödleri kopar köşelerden kovulacaklar diye. Neden sonuç ilişkisi; daha da zalimleşirler, daha da hissizleşirler, daha da körleşirler, daha da acıkırlar, daha da çirkinleşirler, daha da daha da...
Sanki bütün bu halleri yalnızlıktan, 'ben de buradayım, bana da bakın' arzusundan, bünyedeki inanç ve insanlık yokluğundan- yoksulluğundan değilmiş gibi daha da daha da...
Neyse, kendileri bilirler. Bana ne. Çıkışta hesabı başkasına ödetemeyeceklerine göre, bana ne.
İyisi mi gidip kendime bir çay koyayım.