Orda bir göl var uzakta, o göl bizim gölümüzdür.
Avun Ayşe avun...
Aslında her şey önceden planlanmıştı. Akışımız gayet basitti, netti. Bunu kim bozabilirdi ki? Yani bizden başka... Ayşe plan yaparmış, arkadaşları gülermiş zaten.
İtiraf ediyorum, biz gelmiş geçmiş en tehlikeli üçlüyüz. Murat, ben ve Dilhan.
Dilhan yuvadan arkadaşım, Murat'ı tanıyalı kaç yıl oldu saymadım sayamadım. Murat Milano'ya yerleşince, benim de albümüm bitince ablamı aldım, atladım yanına geldim. Hani tatil olsun hesabı.
Bu arada ablamla taban tabana zıt olduğumuzu bir kere daha hatırlatmak isterim. Kendisi kraliyet ailesi mensubu, ben sokak çocuğu. Öyle ayrıyız yani.
Ben böyle bir asalet görmedim. Ben mi? Tabii ki rezaletim!
Ve söz konusu bu ikili kardeş. Ve Milano'ya geldiler.
Durum şu; Zeynep yani ablam elinde uzun bir liste, göreceği sanat eserlerini sıralamış. Ben de meydanda oturmuş her geçen adama "Robertoooo amoree" diye bağrıyorum. Allah sizi inandırsın, üç günde İtalyanca'yı söktüm. Şakır şakır konuşuyorum.
İtalyan erkeklerini görünce gel de konuşma zaten. Allah yaratmış, nokta.
Biz böyle benim "Robertooo" çığlıklarım, ablamın sanat eseri savaşları yuvarlanırken iki gün sonra Dilhan geldi. Ama ne geliş, insan gecenin kör vakti trenden güneş gözlüğüyle iner mi? Zaten ben biliyordum başımıza gelecekleri.
İlla ki sizin de vardır öyle arkadaşlarınız, hani voltranı oluşturduğunuz. Kendi lisanınızı konuştuğunuz. Başınıza en büyük felaket bile gelse gülmekten kırıldığınız.
Hani teker teker insanların sizi sevdiği fakat grup tamamlanınca yanınızdan ışık hızıyla kaçtığı arkadaşlarınız. Mesela ablam Zeynep olacakları öngörüp anında Milano'dan dönüş uçağını bir gün öne çekti.
Ve zafer işaretiyle taksiye binerken son sözü şu oldu; "Siz hâlâ üniversitedesiniz, ben evli bir kadınım ciao". Ah ablacığım ah, biliyordu, öngörmüştü tüm bunları.
Neydi yani neydi? Yapacağımız alt tarafı neydi? Dilhan, ben, Murat cuma gecesi efendi efendi erken yatıp, sabah arabaya binecektik, sadece 50 km. gidecektik. Göl kenarında kahvaltı edecektik. Şöyle salına salına yürüyecektik, mis gibi havayı ciğerlerimize çekecektik.
Başka?
Fünikülerle tepedeki köye çıkacaktık. O köy bizim köyümüz olacaktı.
Hatta inanmazsınız şansımız yaver giderse George Clooney'i bile görecektik.
Ama nerede? Oymak başımız Zeynep gitti, ekip bitti. Şimdi kafamda buz torbası, başım çatlıyor, gözümü açar açmaz can havliyle sadece "Kahve" diyebildim. Canım arkadaşım, misafirperver Murat yerinden kalkıp kahve kavanozunu kafama attı.
Dilhan her on dakikada bir "Şimdi duşa giriyorum" deyip, bir gram yerinden kıpırdamıyor.
Özetle Como'da değil komadayız. Her zamanki gibi planları alt üst etmeyi başardık.
Şaka değil, üç metre kare evde üniversite kampus hayatı yaşıyoruz. Ve dersimiz no 1; Biz neden büyümedik?
No 2: Yaşıtlarımız çoluk çocuğa karıştı bu halimiz ne?
No 3: İtalyanca; amore ve ötesi.
Sonuç; yine sınıfta kaldık, kanaat notuyla yırtmayı bekliyoruz.
Size son bir itirafta bulunayım; arkadaşlığın erosu hiçbir şeyde yok. En büyük aşktan daha aşk. Acayip, güven veren, olduğun gibi durabildiğin, seksi ve haddinden fazla eğlenceli bir durum.
Ama aaah! başıııımmm....
Bir an önce evlenip, bamya pişirmek suretiyle evimin kadını mı olsam acaba.