Şu sıralarda siyaset kulislerinde belki de en çok tartışılan AK Parti'nin milliyetçiliği.
Bunun son gerekçesi de 4. Olağan kongre konuşmaları oldu...
O kongrede Başbakan Erdoğan'ın, 1071'den başlayıp 2071'i hedef alan konuşması klasik "Türk İslam Sentezi"nin bir yansıması olarak değerlendirildi..
Oysa o konuşmanın ana aksında 1071'le Selahattin Eyyubi, 2071 vizyonuyla da bir Kürt lider Mesud Barzani'nin kendi ana dili Kürtçe ile ilk kez Türkiye'ye seslenmesi bir aradaydı.
63 maddelik reform ise AB kriterlerinden başka bir şey değildi.
Bu buluşturma başlı başına derin bir dönüşümün işareti... Bu nedenle o kongre zemininden soğuk savaş dönemi milliyetçiliği çıkarmak gerçeği yansıtmıyor.
Ayrıca AK Parti'nin son on yılda adını koymadan geliştirdiği kendine özgü bir siyaset tarzı var. Bağırmadan, keskinleştirmeden evrimleştirerek sorunları çözmek...
Oysa geçmişte böyle değildi. Geçmişte yapılan iki tür siyaset tarzı da sorun çözmekten uzaktı. Birincisi her türlü özgürlüğü vaat edip hiçbir şey yapmayanlar.
Bunun çok örneği var. 1995'te Mesut Yılmaz, Neşe Düzel'e şöyle diyordu: "Televizyonda Kürtçe yayın yapacağız ve Kürtçe seçmeli dersi hayata geçireceğiz..." Daha çok vaatte bulunanlar da vardı ama hiçbiri söylediklerini hayata geçirmedi.
Şimdi toplum değişti, talepleri de yükseldi ama Kürtçe TV de var, seçmeli ders de Kürtçe alfabe de hayata geçti. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi de sırada...
İkinci tarz siyaset ise daha çok sol ve radikal kesimlere özgüydü... "Genel grev hakkımız, söke söke alırız" söyleminin hakim olduğu bu siyaset tarzı, doğası gereği çatışma ve gerilim yaratığı için toplumsal destek bulmakta başarılı olmadı.
AK Parti, yavaş da olsa söylediklerini yapan, "keskin hedef" koymadan ve "keskin hayır" demeden en sert sorunları çözen bir parti. Vesayet rejiminin etkisiz hale getirilmesi de böyle olmadı mı?
Kongrede öne çıkan söyleme de bu pencereden bakmak gerekiyor.
Bu noktada biri kongre öncesi biri de sonrası yaptığım iki konuşmayı aktaracağım.
Kongre öncesi eski solcu ve Alevi kökenli AK Partili Yalçın Özdemir'e AK Parti'nin açılımlardan vazgeçtiğini ve milliyetçileştiği iddiasını sormuş ve şu cevabı almıştım:
"AK Parti, son bir yıldır yaşanan sıkışmayı milliyetçilik virajıyla, milliyetçilik perspektifiyle almaya çalışıyor.
Bunu yapmak zorunda... Açılımın biraz dinlenmesi, nadasa bırakılması gerekiyor. Çünkü Ortadoğu'daki sıkışma nedeniyle nefes almaya ihtiyacı var."
Balıkçı lakaplı Kürt kökenli İlhami Işık ise AK Parti'nin milliyetçileştiği iddiasına karşı çıkıyor ve şöyle diyor:
"AK Parti'nin milliyetçileştiği konusunda söylenen şeyleri hem abartılı hem eksik hem de önyargılı buluyorum.
Çünkü Türkiye toplumunun genelinde ve her partide bu milliyetçi damar var.
Kürt meselesi bu milliyetçi yapılanmayı daha da kabarttı. Böylesine milliyetçiliğin kabardığı bir ülkede, bir iktidar veya bir siyasi parti nasıl bir duruş sergiler?
Onu görmezlikten mi gelir, ona karşı mı çıkar yoksa onu yumuşatarak, arkasına alarak kabarmasını mı engeller?
Hangisi gerçekçi? Eğer bir çatışma ortamı olmazsa direkt milliyetçiliğe karşı bir cephe alırsın. Sürekli kendisini tekrar eden bir çatışma ortamı yaşıyorsan milliyetçiliğin kabarmasının önünü kesecek yolu bulman lazım. AK Parti milliyetçilerin de Kürtlerin de varlığını yadsımıyor. Bu milliyetçileşmek değildir."
Mevcut muhalefetin de muhalefet dışı siyasi aktörlerin de eleştiriyle düşmanlığı karıştırmaları AK Parti'nin bu pozisyonunu sürdürmekte ne kadar haklı olduğunu gösteriyor.