Bizim devletin ne kadar yasakçı ve ceberut olduğunu ruhunda ve iliklerinde hissetmeyen tek yurttaş kaldığını sanmıyorum.
Tek parti dönemindeki İstiklal Mahkemeleri'nden çok partili dönemlerin olağanüstü mahkemelerine, jandarma baskısından JİTEM'in faili meçhul cinayetlerine, darbelere ve işkencelere uzanan baskıcı, yasakçı uzun bir tarihi süreçten geçerek bugünlere geldik.
Bu sadece bize özgü bir durum da değil, neredeyse dünyanın bütün halkları benzer süreçlerden geçti.
Bu devletlerin görünen kaba yüzü, bir de devletlerin bürokratik yüzü var... Yasak koyan, engelleyen, öteleyen, iş yaptırmayan, "bugün git yarın gel" diyen...
Önceki gün İstanbul G-Mall sinemalarında ünlü yönetmen Sinan Çetin'in yeni filminin galası vardı. Çetin, uzun bir aradan sonra sarsıcı bir filmle geri dönmüştü.
- "Hür Adam"ın, "Muhteşem Yüzyıl" dizisinin tartışıldığı, ilgi gördüğü bir zeminde devletin yasakçı zihniyetini anlatan bir filmin ne kadar ilgi çekeceğini merak ediyordum.
İş dünyasının, sinema ve medyanın önemli isimlerinin geldiği galada gözüm hep siyasetçileri aradı.
Ama ben sadece BDP'lileri gördüm. Bir süre BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ve milletvekili Sebahat Tuncel'le ayak üstü sohbet ettik.
Demirtaş, filmden ne beklediğini güncel tartışmaları hatırlatarak anlattı:
"Türkiye'de çok sayıda ucube var. Devlet bürokrasisi de bunlardan biri. Sinan Çetin bu ucubeye dokunarak bir ilke imza atıyor."
Filmin adı Kâğıt... Daha adını gördüğümde aklıma, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ geldi. İki yıl önce gündeme gelen "İrtica ile Mücadele Eylem Planı" belgeleri ortaya çıktığında alelacele şöyle demişti: "Bu bir kâğıt parçası."
"Kâğıt" filmi bir kâğıt parçasının nelere yol açabileceğini, toplumu nasıl geri götürebileceğini, hayatların nasıl karartıldığını çok çarpıcı bir sinema diliyle anlatıyor. Bazen irkiliyor, bazen öfkeleniyorsunuz.
Hele bürokratik yasakçı zihniyetin temsilcisi Müzeyyen hanımla, genç yönetmen arasında "yasakla isyan" arasındaki bağa vurgu yapan konuşma çok çarpıcı: Genç sinemacı soruyor:
- Devlet sabah kahvaltısında zeytin yemeyi yasaklasa ne olur?
- Zeytin yemeyiz.
- Hayır Müzeyyen hanım yanlış cevap. Her yasak kendi isyancısını doğurur. Zeytinseverler bir örgüt kurarlar, üzerinde zeytin dallı amblemi olan bir bayrakları olur, 'zeytine özgürlük marşı' söylerler. Şimdi soruyorum size, zeytinseverler isyan edip dağa çıksa onlar mı suçlu olur yoksa zeytin yemeyi yasaklayanlar mı?
Kendi siyasal tarihimizde "Her yasak kendi isyancısını doğurur..." sözünün çok örneği var. Fazla uzağa gitmeye de gerek yok. Devletin koyduğu saçma sapan yasakların nelere yol açtığını en çarpıcı biçimde 12 Eylül askeri darbe döneminde gördük. Hatırlayın 2932 sayılı bir yasa vardı. Bu yasa, bu ülkenin vatandaşı olan milyonlarca Kürdün anadili Kürtçenin konuşulmasını yasaklıyordu. Bu yasakla Diyarbakır Cezaevi'ndeki işkencelerin bir araya gelmesi, karşımıza korkunç bir tablo çıkardı. "Kâğıt" üzerinde yazılı birkaç cümlelik yasağın bedelini bu ülke çok ağır ödedi, halen de ödüyor.
Son yıllarda bile parti kapatmalardan başörtüsü yasağına, Alevilerin cemevi meselesinden Romanların aşağılanmasına, hatta mahkemelerde Kürtçe konuşulmasına kadar bir dizi yasağı tartışıyor ve bir çözüm üretemiyoruz.
İşte Sinan Çetin bu saçmalıklara biraz da kendi hayat hikâyesinden yola çıkarak, dokunuyor. Genç bir sinemacının gözüyle yasakçı bürokrasinin toplumu nasıl gerilettiğine dikkat çekiyor.
Yeni anayasasını hazırlamaya doğru giden Türkiye toplumunun, üzerinde fazla durulmayan devletin yasakçı yüzünün nelere mal olduğunu görmek için "Kâğıt"a kulak vermesi gerekiyor. Film, dünyadaki örneklerin anlatıldığı sonuyla da bir hayli sarsıcı...