Türkiye toplumu cumhuriyet döneminde ilk kez 27 Mayıs 1960'ta bir askeri darbeyle tanıştı. "Cumhuriyeti biz kurduk" diyen bürokratik vesayetçi anlayış, çok partili siyasi yaşama en fazla 10 yıl dayanabilmişti.
Sonra öyle bir darbe yaptı ki hâlâ etkisinden kurtulabilmiş değiliz. Arkası da kesilmedi. 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan diyerek hep devam etti.
60 darbesi hepsinin anasıydı. Ülkeye 10 yıl hizmet eden Başbakan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan idam edilmiş, binlerce DP'li de işkencelerden geçirilerek cezaevlerinde tutulmuştu. Sarsıcı, acı ve toplumu kamplaşmaya götüren bir darbeydi.
O günleri küçük bir çocuk olarak askeri uçaklardan atılan bildirilerle ve toplanan ziynet eşyalarıyla hayal meyal hatırlıyorum. Bir de radyodan sık duyduğum ve dayımın oğluna adı verilen "Güventürk" soyadını...
70'li yıllara gelindiğinde solu seçen bir genç olarak artık o gün bizim için "Hürriyet ve Anayasa Bayramı"ydı.
Üç fidan'ı, Deniz, Yusuf ve Hüseyin'i idam ettiren 12 Mart kötü, Menderesleri idama götüren 1960 iyi askeri darbeydi.
Sağcılar rövanş aldığı için biz daha çok 60 darbesine sarılmıştık.
En özgürlükçü Anayasa'yı yapan askerler bizim gözümüzde "ilerici ve devrimci" ydi...
Solculukla darbeler arasındaki bağ bizi hiç rahatsız etmiyordu. Sonra 1980 askeri darbesi geldi.
Herkesi biçip geçti. O zaman anladık ki bütün darbelerin, darbecilerin derdi başkaydı.
Şimdi o ilk darbenin üzerinden tam 50 yıl geçti. Yarım asır yani... Dün 50 yıl sonra ilk kez Mendereslerin yargılandığı Yassıada'ya gittim. Boğazımda bir şeylerin düğümlendiğini hissettim. Yıllarca, o idamlara nasıl sessiz kaldığımızı, neler kaybettiğimizi düşündüm. Geç kalışımıza, ancak 50 yıl sonra toplum olarak bu noktalara gelişimize üzüldüm.
Bir daha asla!
Genç Siviller ve Sivil Dayanışma Platformu üç yıldır "Bir daha asla!" sloganıyla Yassıada'ya giderek, darbeleri protesto ediyor.
Yassıada'ya giderken kalabalığa bakıyorum. Her renkten, her bölgeden insan var. Celal Bayar'ın torunu Emine Naskali Gürsoy, Fatin Rüştü Zorlu'nun torunu Fatin Rüştü Yener, bir süre önce yitirdiğimiz DP'nin ve Kürt siyasetinin önde gelen isimlerinden Abdülmelik Fırat' ın oğlu Mahmut Fevzi Fırat ve eski DP Genel Başkanı Süleyman Soylu da kalabalığın arasında.
Türbanlı türbansız, genç yaşlı onlarca insan 50 yıl önce yaşanan ayıbı kınamak ve bir daha yaşamamak için Yassıada'ya gidiyor.
Gemide Süleyman Soylu "İçimde bir boşlukla adaya gidiyorum" diyor. Sanıyorum o boşluğu gemideki herkes hissediyor.
Adaya adım attığımızda mahkûmların kaldığı odaları geziyoruz. Sonra da yargılamanın yapıldığı o meşum spor salonunu... Gözümün önünde hep hüzünlü gözlerle yargıçlara bakan ve burnunu çeken Adnan Menderes var. Ürkek, utangaç duran bir başvekil.
Salonun içinde bir süre dolaşıyorum... Kim bilir 50 yıl önce ne acılar yaşandı bu duvarlar arasında. O ürkütücü salondan dışarı çıkıp, güzelim Adalar'a, değişen İstanbul'a bakınca salonun giriş kapısında Genç Siviller'in astığı panodaki yazıyı hatırlıyorum:
"27 Mayıs 1960 darbesinin üzerinden 50 yıl geçti. Hiçbir favori darbesi olmayanlar olarak buradaydık."
Bizim favori darbemiz yoktu ama 2010 Türkiye'sinde hâlâ darbelerden medet uman, komplolarla siyaseti dizayn etmek isteyenler var. Türkiye bunları da aşacak.
Biraz geç de olsa, Yassıada'ya çıkıp "Bir daha asla" demek de güzel.