Ankara'da Atatürk Spor Salonu'ndayız. 33'üncü CHP Olağan Kurultayı'nda hava bunaltıcı ama siyasi ortam beklenenin ötesinde coşkulu ve umutlu. İçeride 10 bine yakın, dışarıda da bir o kadar büyük bir kalabalık var. Ama salonda ve kurultayın düzenlenme biçiminde kargaşa söz konusu. Kontrolsüz, beklentisi yüksek bir kalabalık var.
İşte bu zeminde CHP, 18 yıl sonra yeni bir genel başkan seçecek... Siyasal bir mücadele sonucu bu noktaya gelinmese de durumdan CHP delegeleri de CHP'ye gönül verenler de şikâyetçi değil. Sanki yıllardır bugünü bekliyormuş gibi görünüyorlar.
1989'dan beri SHP-CHP kurultaylarını izleyen biri olarak bu ruh hali içindeki CHP'lilerin çoğunu da tanıyorum. Hangi yana dönsem, karşımda sanki 1989-1990'dan kalma biraz eskimiş fotoğraflar var. CHP sadece ideolojik olarak değil, fiziksel olarak da 90'larda dondurulmuş gibi. Yeni yüzlerin sayısı çok az... Kurultayın bu donmuşluklara bir nokta koyması bekleniyor. Bu nedenle olacak, herkesin dilinde "değişim" lafı var.
Peki delege nasıl bir değişim bekliyor?
Kurultay salonunu dolaşırken sık sık delegelere bu soruyu yöneltip "ortak beklentileri" tespit etmeye çalışıyorum.
Ama ne mümkün...
Herkesin başka bir CHP, başka bir Kılıçdaroğlu tarifi var. Bir İstanbul delegesi şöyle diyor:
"Baraj kapağının açıldığı bir durum yaşıyoruz. Su oluk oluk akıyor ama önemli olan onu iyi yönetip toprağa ulaştırmak. Bu süreç vezir de yapar, rezil de."
Bir anlamda kontrolü zor bir sürece giriyor CHP. "Sakin Güç" olarak nitelenen Kılıçdaroğlu, acaba bu "kontrolsüz kalabalıklar" ın beklentisini karşılayabilecek mi?
Bu sorunun cevabını kurultay kürsüsünden almak için Kılıçdaroğlu'nun konuşmasını bekliyoruz. Eski tüzük gereği iki saate yakın tek tek üyelerin onu aday göstermesi için imza vermesini beklemek zorundayız.
Doğrusu bir beklentim yok ama acaba Kılıçdaroğlu sürpriz bir konuşma, şaşırtıcı bir çıkış yapar mı diye düşünüyorum... Mesela yeni Türkiye'yi öneren sosyal demokratların manifestosu ortaya çıkar mı?
Ve nihayet o an geliyor. Kılıçdaroğlu'nun adaylığı açıklanıyor ve kürsüye davet ediliyor. Salon inliyor. Müthiş bir heyecan dalgası esiyor. Siyaset açısından sevindirici bir durum. Saat 14.40. Kılıçdaroğlu konuşmaya başlıyor.
O konuştukça CHP'liler coşuyor. Yüzler gülüyor. Uzun zamandır ilk kez CHP'lilerin yüzlerinin içten güldüğünü görüyorum. Bu iyi bir şey. Konuşmanın ardından "Örgütlü toplum istiyoruz..." deyince "Başbakan Kemal" sloganıyla salon inliyor.
Kılıçdaroğlu CHP'yi de tarif ediyor:
"CHP Kuvayı Milliye demektir. Anafartalar demektir. İzmir'de Hasan Tahsin, Lozan'da İnönü'dür..."
Salon karşılık veriyor: "İnadına sol inadına CHP!"
İşsizlikten, ekonomiden, Güneydoğu'dan söz ediyor Kılıçdaroğlu... Anayasa paketine karşı sert bir politika izleyeceğini söylüyor. Bunları dinlerken şöyle bir not düşüyorum:
"Nerede Türkiye tahlili... Türkiye nereye gidiyor, nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşanıyor? Türkiye'nin dünyadaki yeri ne?"
Konuşma bir saati aşıyor o ana kadar beklenen "sosyal demokrat manifesto"ya dair bir şey göremiyorum. Yeni olan tek şey, yüzde 10 barajını kaldıracağına ilişkin söz vermesi ve sık sık "Recep Bey" diyerek yine bir söylem tutturması...
Kutuplaşan siyasetin nabzını biraz düşürecek bir siyaset dili de bekliyordum ama daha sert bir söylemle çıktı karşımıza: "Faşist iktidar..."
Bir an Deniz Baykal'ı aradım salonda... Acaba Baykal geri mi döndü?
Kılıçdaroğlu bekleneni vermese de kürsü performansı iyiydi. Beklentileri yüksek kitleyi coşturmayı bildi. Demirelvari bir siyasetçi göreceğimizin işaretiydi bu. "Recep Bey" buluşu da bunu gösteriyor.
Görünen o ki, CHP'de sadece "oyuncu" değişti. 18 yıldır gol atmayan oyuncunun yerine gol atabileceği düşünülen bir oyuncu geldi. Batı yakasında yeni bir şey yok!