Dünyanın gözü önünde Sincan'ın başkenti Urumçi'de bir vahşet yaşanıyor. Aslında bu yeni değil. Uzun yıllardır Uygur Türkleri yoğun bir baskı altında.
Ne dillerini özgürce kullanabiliyor, ne de dinlerini yaşayabiliyorlar.
Küresel çağın belki de en ayıplı yanı hâlâ dünyanın birçok bölgesinde bu tür yasakların var olmasıdır.
Oysa o bölgelerde yasaklar ve baskı sürdüğü sürece dünyanın gelişmiş ülkeleri de huzur bulamayacak.
Aynı şey ülkeler için de geçerli.
Alın Çin örneğini...
Çin ekonomisi dünyada yaşanan krize rağmen hızla gelişirken, aynı Çin'de insanlar anadillerini konuşamıyor ve inançlarını özgürce yaşayamıyorsa o kalkınmanın bir anlamı var mı?
Olmadığını hayat gösteriyor.
Dünya Uygur Kongresi Başkanı Rabia Kader, Taraf gazetesinden Yasemin Çongar'a ne istediklerini çok sade bir dille şöyle anlatıyor:
"Uygurların dili ve dini büyük baskı altında. Bunun son bulmasını istiyoruz."
Bunu istemek suç mu?
Uygur Türklerinin bu talepleri anayasal güvenceye bağlanmasına rağmen ne yazık ki pratikte uygulanmıyor. Hatta Uygur dili 2003'ten bu yana okullarda yasak.
Peki, hükümetler neden farklı halkların dillerini kullanmasından, dinlerini yaşamasından bu kadar rahatsız oluyor?
Bunun cevabını hepimiz biliyoruz:
"Bölücülük korkusu..."
Yani Sincan Özerk Bölgesi'nde yaşayan yaklaşık 8 milyon Uygur Türkü kendi ana dilini kullansalar ülke bölünecek(!)
Oysa tam aksine özgürleşmedikleri için bölünme ihtimalleri daha büyük. Dünyada olup bitenler ne kadar da birbirine benziyor.
Eşine gönderdiği bir gazete kupürü nedeniyle 8 yıla mahkûm edilen ve 5 yılını cezaevinde geçiren Rabia Kader, ailesinin durumuyla ilgili bilgi verirken "bölücülük" suçuna dikkat çekiyor:
"Sincan'da 45'e yakın akrabam var. Üç oğlum zaten cezaevinde... Büyük oğlumu 'bölücülük' suçlamasıyla 9 yıla mahkûm etmişlerdi, iki yıldır yatıyor. Bir kızım ve bir oğlum da ev hapsinde tutuluyor..."
Neredeyse bütün bir aile cezaevinde... Rabia Kader tüm bunların neden yapıldığını da şu çarpıcı cümleyle anlatıyor:
"İstiyorlar ki, Çinli gibi yaşayalım..."
1 milyar insan Çinli gibi yaşıyor zaten. Bırakın da 8 milyon insan "Uygurca" yaşasın...
Dünyanın neresinde bir etnik sorun varsa orada aynı asimilasyon politikaları, aynı zihniyet karşımıza çıkıyor.
Peki, insanları başkalarına benzetmek mümkün mü?
Cevabını yine Rabia Kader veriyor:
"Bu imkânsız..."
Umarız bu "imkânsızlığı" küresel dünyanın tüm devletleri görür ve insanlık böyle vahşetlere daha fazla tanık olmaz. Bunun bir yolu da acıları yaşayan halklara herkesin destek vermesi.