AK Parti'nin kapatılması üzerine yürütülen tartışmalar ve Ergenekon Çetesi'yle ilgili gelişmeler öylesine gündeme damgasını vurdu ki, birçok konu gölgede kaldı.
Bunlardan biri de Nevruz Bayramı kutlamalarıydı.
Bayram gibi kutlamaları da, kutlamadan çıkıp çatışmaya dönen olayları ve coplamaları da televizyon ekranlarından izledik.
"Terör örgütünün kışkırtması" gibi birçok şey söylendi, daha da söylenecek biliyorum.
Ama o görüntüleri izlerken ne söylenirse söylensin görünenler karşısında dehşete düşmemek mümkün değildi.
Birkaç çarpıcı fotoğraf vardı.
Birincisi Nevruz Bayramı'nın izin verildiği illerin fotoğrafıydı. Üç ilde izin verilmişti. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama izin verilen hiçbir ilde olay çıkmadı.
Hele bir ilde küçük çocukların panzerlerin üzerine çıkması görülmeye değerdi.
İkincisi izin verilmeyen merkezlerin fotoğrafıydı...
Van, Hakkari Yüksekova ve Siirt'te kutlamalara izin verilmemişti. İzinsiz kutlamalar yapılınca ortaya coplamaların, tazyikli su sıkmaların, taşlı sopalı saldırıların yaşandığı görüntüler çıktı. İki kişi yaşamını yitirdi. Onlarca insan yaralandı ve çok sayıda insan gözaltına alındı.
Bahar Bayramı Nevruz yine kana bulanmıştı.
Sonucu çok çarpıcı biçimde "Genç Siviller" özetledi:
"Ülke aynıydı, Nevruz aynıydı, Kürtler aynıydı, DTP aynıydı. Bir tek valiler ve emniyet müdürleri farklıydı."
Peki, neden böyle olmuştu?
Onu da Siirt'te yaşanan bir sahne ile anlatalım. Doğrusu özellikle bu sahne üzerine büyük medyadaki sessizliği anlamak mümkün değil.
Atanmış seçilmişe el uzatmıyor!
Sahne şu: DTP Milletvekilleri Aysel Tuğluk, Akın Birdal ve Osman Özçelik Nevruz kutlamalarında biraz toleranslı davranılması için Siirt Emniyet Müdürü ile görüşüyorlar...
Emniyet Müdürü Cuma Ali Aydın'ın, "millet"in kendisine uzanan elini itiyor ve hakaret eder gibi konuşuyor..
Gerçekten dehşet vericiydi. İzlerken ürperdim.
Belki de gerçek Ergenekon bu...
Milletin vergileriyle maaş alan bir bürokratın, elini uzatan milletvekiline, "Terörü kınamayanların, bebek katillerinin elini sıkmam" demesini başka türlü açıklamak mümkün değil.
Cumhurbaşkanının, Meclis Başkanı'nın elini sıktığı milletvekillerini bir bürokratın azarlaması akıl alacak gibi değil.
DTP Milletvekili Selahattin Demirtaş şöyle diyor:
"Aslında bu Meclis'e yapılmış bir saygısızlık. Ben ciddi ciddi Siirtlilerin durumundan endişeleniyorum... Milletvekiline böyle davranan bir emniyet müdürü, vatandaşa nasıl davranır?"
İki gündür Meclis Başkanı Köksal Toptan'ın ne söyleyeceğini merakla bekliyorum. Demokrasinin mabedi Meclis'in onuru ayaklar altına alınırken söylenecek hiç mi sözünüz yok?
Tam bu noktada Başbakan Erdoğan'ın müsteşarlığa getirdiği Efkan Ala'yı hatırladım.
Acaba bölge halkıyla kurduğu sıcak ilişkiler nedeniyle çok sevilen, ne yapılması gerektiğini iyi bilen Efkan Ala, o olaylı ve olaysız iller fotoğrafına bakınca ne düşündü?
Bürokrasinin en üst makamında bölge halkıyla nasıl ilişki kurulması gerektiğini bilen birikimli bir isim, tecrübesini bölgeye aktarmıyorsa oraya neden çıktı?
Yoksa bazı "seçilmiş" illere göz mü yumuluyor?
Sonuç gerçekten vahim...
Peki, bütün bu olanların nedeni ne?
Sadece bir inatlaşma mı? Orta yol bulunamaz mıydı?
Eğer bu ülke gerçekten parti kapatmalardan, Ergenekon türü çetelerden kurtulmak istiyorsa her olayın üzerine kararlılıkla gidilmeli ve hukuk devletinin gereği yapılmalı.
Ayrıca AK Parti kurmayları da yerel seçim planlarını "kaleleri zapt etme" değil "halkın gönlünü kazanma" üzerine kurmalı.