Bindiğim taksinin şoförü Türkiye'de yaşanan onca olayı bir tek cümleyle özetledi:
"Ben sadece adalet istiyorum..."
İster kendi, ister toplumumuzun hayatını bir film şeridi gibi gözden geçirin, göreceksiniz ki olmayan tek şey "adalet..."
Yaşadığımız hayat adaletsizliklerle dolu...
Gelir dağılımındaki adaletsizlik tehlikeli boyutlara ulaştı.
Siyasette yaşanan adaletsizliklerin haddi hesabı yok.
Medya derseniz adalet terazisi hepten bozulmuş...
Yargı içinde görev alanlar bile "o" nu arıyor.
Bu yüzden sık sık "Burası Türkiye" diyeceğimiz olaylar yaşanıyor ve hepimiz şaşıp kalıyoruz.
Her an her şeyin olabileceği bir ülke burası. Siyasi partiler dahil, hiç kimsenin güvencesi yok.
Bir sabah uyandığınızda bütün mal varlığınıza el konulmuş olabilir.
Bir gece yarısı e-muhtıra ile ülke gerilime sürüklenebilir.
367 garabetiyle en yüce kurum Meclis bertaraf edilebilir...
Bir öğlenden sonra ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı da dahil yönetenleri hakkında dava açılma girişimiyle, her şey altüst olabilir.
Ve bir gece sabaha karşı, kaçma ihtimali olmamasına ve yaşı 85 olmasına rağmen İlhan Selçuk gözaltına alınabilir...
Bugün "onlara" reva görülen uygulamaların, yarın "sizin" başınıza gelmeyeceğini kim söyleyebilir?
Hala bu kaygı ile yaşıyorsak ortada "hukuk" olmadığı içindir.
Hala "kanun" devletinden "hukuk" devletine geçemediğimiz içindir.
Türkiye'nin her şeyden önce köklü bir hukuk reformuna ihtiyacı var.
Adalet sistemimiz deyim yerindeyse dökülüyor.
Son yıllarda yeni düzenlemelerle biraz düzelme olsa da sonuç değişmiyor.
Binlerce dava dosyası birikmiş durumda. Bir dava yıllarca sürüyor. Geç gelen adalet adalet olmaktan çıkıyor.
Hakim savcı açığı hala kapatılamadı.
"Adaletsiz" adalet!
AB'den birkaç örnek verelim.
Almanya'nın nüfusu 80 milyon, hakim savcı sayısı 27 bin.
İngiltere'nin nüfusu 50 milyon, hakim savcı sayısı 37 bin.
İsveç'in nüfusu 9 milyon hakim savcı sayısı 9 bin 500...
Peki, Türkiye'de durum ne?
Nüfus 73 milyon... Hakim savcı sayısı ise 2007 rakamlarına göre 7 bin 500.
Bu durumda adaletin adil gerçekleşmesi mümkün mü?
Bir başka çarpıcı gerçek ise Türkiye'de savcıların açtığı davaların sonuçlarıyla ilgili.
Bizde davaların yaklaşık yüzde 50'si beraatle sonuçlanıyor.
Nedenini de avukat Ergin Cinmen şöyle anlatıyor:
"Savcılar en ufak şüphe halinde davayı açıp gönderiyor. Ve dolayısıyla çoğu beraat çıkıyor. Bunun asıl nedeni Adalet Bakanlığı'nın teftiş yapması. Teftişler de daha çok takipsizlik kararları üzerine yoğunlaşmış durumda. Böyle bir riskle karşı karşıya kalan savcı da 'açayım da kurtulayım' diyor."
Düşünsenize bir tutuklu hakkında idam cezası isteniyor ama birkaç yıl süren dava beraatla sonuçlanıyor.
Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk şöyle diyor:
"Partiyi kapatmakla tüzel kişiyi ölümle cezalandırmış olursunuz... Ama bu ölüm cezası, siyasal akımı, düşünceleri öldürmeye yetmez."
Yetmez ama yine de "ölüm cezası" isteniyor. Acaba, hukuk sadece yasaları uygulamak mıdır?
Hukuksuz demokrasi de, devlet de, toplum hayatı da, siyaset de olmaz. Türkiye'de birçok sorunun altında, yargının güçsüzlüğü ve bağımsız olmayışı gerçeği yatıyor.
Bu gerçek bilindiği halde nedense hiçbir siyasi iktidar değiştirmedi, daha önemlisi değiştirmek istemedi. Değiştirmektense ele geçirmenin derdine düştüler.
Bütün bu yaşananlar aslında bu yaklaşımın bir sonucu. Bu değişmediği sürece sadece vatandaşın değil, siyasilerin de işi zor.