İstanbul'da son 10 yıldır hiç gündemden inmeyen bir tartışma var. Yıldız Parkı gibi alanlarda bulunan tarihi mekanların işletilmesi tartışması.
Biliyorsunuz bu mekanlar 80'li yıllarda rahmetli Çelik Gülersoy tarafından restore edilerek İstanbul'a kazandırıldı.
Ancak, 1994'te İstanbul Büyükşehir yönetimine "Milli Görüş" çizgisinin gelmesiyle durum değişti ve bu mekanlar tartışma konusu oldu. Önce "seçkinlere hizmet verdiği" gerekçesiyle halka açıldı. Ardından halka açık bu mekanlarda "içki yasağı" konuldu. Bu değişimi yapan siyasi çizgi yıllar sonra "muhafazakar demokrat" lığa dönüşse de uygulama değişmedi.
Aslında önemli olan da uygulamanın biçimi değil niteliğiydi. Bu konuda nasıl bir tavır alındı ve nereye geldik?
İstanbul'un tarihi mekanlarında nereye gelindiğini anlamak için Hidiv Kasrı iyi bir örnek.
Son on yılda Hidiv Kasrı'nda sadece tarihi gül ağaçlarının kıyımı yaşanmadı, aynı zamanda o tarihi mekan, işletmecilik açısından da ilginç uygulamalara sahne oldu.
Son durumu bir İstanbullu anlatıyor:
"Hafta sonu yurtdışından gelen misafirlerimizle Hidiv Kasrı'na gittik. Aman Allah'ım! O da ne! Güzelim Çubuklu Korusu'nun Hidiv Kasrı tanınmaz halde. Bahçenin bir tarafına ' gözleme çadırı' kurulmuş, diğer bir tarafına ise ' döner' tezgahı. İnanılmaz bir kargaşa var."
Sadece bunlar mı?
Halk adına her şey "ucuz"latıldı. İstanbul'un tarihi derinliğine hiç yakışmayan bir manzara bu.
İstanbullu okuyucu şöyle devam ediyor:
"Gözlerime inanamadım o tarihi mekanı resmen köy panayırına çevirmişler. Merak ediyorum, acaba Belediye Başkanımız Topbaş, kendisine ait Saray Muhallebicisi'nin önüne gözleme çadırı kurar mı?"
Bu soruya Başkan Topbaş ne cevap verir bilemem ama "Bu uygulamalar bizi nereye getirdi" diyorsanız en iyi cevabı Hürriyet Pazar ekinde Ahmet Altan veriyor:
"Bugün İstanbul yok. Müziği de yok, mutfağı da yok, kendine has tasavvuf imbiğinden geçmiş Müslümanlığı da yok, mimarisi de yok, adabı da yok. Ölçüsüz ve örneksiz bir toplumun hoyratlığı var sadece. İttihatçılar da Cumhuriyetçiler de İstanbulsuz bir Türkiye istediler. "Dinciler" de doğrusu bu isteği iştiyakla paylaştılar. Hep birlikte onun (İstanbul'un) çok kültürlülüğünden nefret ettiler. Şimdi İstanbulsuz bir Türkiye var."
Bu sonucu yaratanlar bu uyarıyı dikkate alır mı dersiniz?
İyi de, örnek olanda ortaklık yaratmak yerine "kötü" de buluşmak İstanbul'un kaderi olmamalı. Bu kaderi değiştirememenin önündeki en büyük engel, toplumu kendi düşüncesine göre şekillendirmek isteyen siyasi yapı.
Türkiye'deki siyasetin çeşitliliğine bakmayın siz, hepsi de aslında "İttihatçılığın" farklı versiyonları. Hiçbiri "sivil" değil.
Belki de asıl tartışılması gereken bu.