Türkiye'de televizyon yayıncılığının yasal açıdan nasıl bir kaos içinde olduğu gerçeğine önceki gün dikkat çekmiştik. O dikkatin gereği bir an önce yerine getirilmeli çünkü, tam da o gün bu kaotik televizyon yayıncılığının yarattığı bir başka acı olay medyanın manşetlerine yansıdı. 'Şöhretin kurbanı' genç bir insan Ata Türk, Adana'da bir otel odasında yaşamını yitirdi. Çok değil bir yıl önce bir televizyonda yayınlanan ' Gelinim Olur musun?' programına annesi Semra Türk'le birlikte katılmış ve günlerce medyanın 'en önemli' konusu olmuştu.
Peki ne oldu da Ata Türk ölüme sürüklendi? Bu sorunun cevabı, önceki gün dile getirdiğimiz gibi hem yasal altyapı, hem de yayıncılık açısından devam eden ' kaos' ortamında saklı. Özellikle son on yılda akıl almaz bir bozulma yaşadı televizyon yayıncılığı. Reality show programları, mafya dizileri, gizli çekimler, canlı ' tartışma'lı kadın programları hiçbir ' sosyal sorumluluk' kaygısı taşınmadan doldurdu ekranları.
Sonra ne oldu? Bir programlık ' ünlüler' yaratıldı. Kimi Kumkapı Cinayeti'nden sonra, kimi Cumhurbaşkanlığı önünde soyunmasıyla, kimi de her programa katılarak ' tartışmacı' kimliğiyle bir anda ' ünlü' oldu.
Bu dalgayı daha sonra ' derin devleti deşifre' eden mafyatik diziler izledi. Susurluk Skandalı'nı yaşayan, ' ruhsatlı mafya babaları'nın cirit attığı bir Türkiye'de neredeyse aynı zihniyetin televizyon versiyonları ' halk kahramanları' olup çıktı. Devlet eliyle yaratılan mafya hayranlığı, devlet değişirken televizyonlar tarafından sürdürüldü.
Ardından canlı 'reality yarışma' programları geldi. 'Biri Bizi Gözetliyor', 'Gelinim Olur musun?' gibi... İki ayda veya en fazla üç ayda deyim yerindeyse ' hormonlu' ünlüler yaratıldı.
Ve her yayın döneminde bu tür hazırlıkların biri bitip öteki başladı. Hâlâ da sürüyor. Tüm bunlar, dikkat edilirse ABD gibi özel yayıncılığın sürdürüldüğü bir yerde değil, frekans haklarının devlete ait olduğu Türkiye'de gerçekleşti. Yani bugün kullanılan o frekansların karşılığını kimse ödemiş değil. Bir anlamda tüm bu yapılanlar kamu hakkı ' işgal' edilerek yapılıyor. Her şey bir düzensizlik ve sorumsuzluk içinde.
Genç Ata'nın ölümü aslında ilk değil. Bırakın bunalım yaşayanları, programlar nedeniyle intiharlar, birbirini öldürmeler bile yaşandı.
Burada sadece ' yayıncı sorumluluğu'ndan söz etmiyorum, vahim olan tüm bunların kamuya ait olan frekanslar üzerinden yapılıyor olması.
Peki nerede kamunun sorumluluğu? Türkiye bu sorumluluğun cevabını düşünmeli.
Bu noktada yeni RTÜK yönetimi ve televizyonculuktan gelen başkanı Zahid Akman'a büyük görevler düşüyor. Çünkü, Türkiye, son üç yılda ' sessiz devrim' denilen ciddi bir değişim süreci yaşadı. Ama ne yazık ki eski RTÜK, o değişime ayak uyduramadı. Şimdi yeni bir yönetim var. Başında da ciddi ve başarılı bir televizyon yayıncılığı geçmişi olan Zahid Akman.
Acaba Zahid Akman ve RTÜK yönetimi ' Ata Türk'ün hazin ölümü ile gündeme gelen ' sorumsuz yayıncılık' konusunda neler yapacak? Televizyonlarda yeni yayın dönemi başladı. Duyduğum kadarıyla benzer birçok program planlanıyor. Hâlâ bu ' sorumsuz yayıncılık' hem de ' kamu' adına devam edecek mi? Doğrusu çok merak ediyorum...
Ve son bir nokta: ' Halk böyle istiyor' yalanına artık son verilmeli. Pespayeliğin gerekçesi halk olamaz. Kötü ve asık suratlı programla iyi program arasındaki farkı halk çok iyi biliyor. Bunun da en iyi örneği ' İkinci Bahar' dizisi. Zahid Akman'ın başında olduğu RTÜK yönetiminin bu konudaki uygulamalarını yakından izleyip bu köşede kamuoyuna yansıtacağız.