Kentsel dönüşümde; "sıfır atık", gerekli bir yaklaşımdır. Ancak yeterlilik, yıkılacak binaların geri dönüşümünden değil, bunların yerine kurulacak olanların "tasarımından" geçer.
Büyük kentlerde, tarihi doku dışındakilerin bugünkü konumuna gelmesi; zaten bundan önce 2 kez yıkılması sonucuydu. Şu anda 3'üncü nesil evlerde yaşıyoruz denebilir. Birincisi, köyden kente gelip bir mevzi tutmaya dairdi. Barınak, sığınak, ne derseniz deyin, toprak üstü şehre karşı kazılmış varoluş siperleri...
İkinci nesil evlerimiz; betonun asla sıvayla tanışmamış, çatısı her an yükselecekmiş gibi filizli, az mekâna daha fazla insan yerleştirme odaklıydı. Hal böyle olunca, zenginleşmeyle beraber gelen arabalara yer açamadık. Otopark için sokakları tercih ettik.
Üçüncü nesil evler (ki şimdi onlarda oturuyoruz ve kentsel dönüşümle çoğu yıkılacak) imar ve iskânı için kirlenmenin yoğun olduğu kayıp yıllar; 90'larda inşa edildi. O dönemde inşaat iznini alt katlar otopark diye aldık fakat buralara fazladan daire yaptık. O neslin tercihi bu olunca, sokaklarımız elden gitti.
Şimdi kentsel dönüşüm ile yıkacağımız evlerin, kaldırım taşı olarak geri dönüşümü gündemde... Hazır elimiz değmişken; kentsel dönüşümün bir mühendislik değil, aynı zamanda mimari ve sosyal projeler olduğunu hatırlatalım.
Önerim şu; dördüncü nesil binalar için öncekileri yıkıp geri kazanma sürecinde, altlarına otopark koyarak, soluk alacak alanlar yaparak, sokaklarımızı, meydanlarımızı da geri kazanalım. Önceki neslin tercihi bizi otoparksız bıraktı. Bizim neslin tercihi de torunlarımıza daha yaşanabilir kent bırakmak olmalı.