Perakende endüstrisinde raf alanı tahsis ve mağaza yerleşim tercihleri, zincirler için farklı bir zenginlik yolu haline gelmiş durumda. Dayandığı mantık anlaşılabilir; "eğer rafta isen, yaşarsın, rafta yoksan, ölürsün."
Anlaşılabilir (!) bir "fırsat/ tehdit" önerisi... Fakat kabul edilemezliği, taşıyıcının (raf) taşınanın, (mal, içerik, ürün) önüne geçmiş olması...
Raf kirası adı altında, adeta diş macunu üzerinden "raf reposu" yapar hale gelen mağazaları, kamu otoritesi incelemeye başladı bile. Tıpkı yüksek komisyoncu promosyon karteli bankalara olduğu gibi raf üzerinden tedarikçiyi "yolan" büyük zincirlere cezanın eli kulağında.
Repo kelimesini özellikle seçtim. Zira "kayıp yıllar" 1990'larda hiper enflasyon ve çılgın faiz dönemlerinde şirketlerin yılsonu bilançolarında "faaliyet dışı kâr" kaleminin, toplam içindeki payı, %90'ları aşar hale gelmişti. Misal o dönemde büyük mağazalar, üreticiden 90 gün vadeli aldığı domatesi, rafında 24 saatte nakde çevirirken hem üründen hem de vade farkından kazanabiliyordu. Bugün şükür ki faaliyet dışı kâr yollarını denemek için "bahane yok" ama iştah var.
Yerli mala raf ambargosu ile cari açığa katkı veren bu tutum, aynı zamanda zincirlerin ana faaliyeti olan "al-sat" dışına çıkmalarına da yol açıyor. Tedarikçinin üreticinin zaten daralan kâr marjlarına el koyuyor, "ambargo" silahıyla raf dışında bıraktıklarını "saf dışı" edebiliyorlar.
Kent hayatının agoralarının elinde toplanan ve kötüye kullanılan raf imtiyazı, bakanlığın, belediyenin ve kamu otoritesinin kapsama alanı dışında kalıyor. Şimdilik!..