Einstein, akılsızlığı "aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp, farklı sonuç beklemek" olarak tanımlar. Bu "şeyler" genelde, hatalarımızdır ve hatalardan öğrenmek "erdem" iken aynı yerde aynı hataları yapmak, delilik olmasa dahi "maliyettir."
Bundan 1.5 yıl önce Elazığ depremini hatırlıyorum. 51 ölü 34 yaralı karşılığında öğrendiğimiz, öldürenin "kerpiç" değil, "akılsızlık" olduğuydu.
Daha yüksek "öğrenme maliyetini", Marmara depreminde vermiş ve 20 bin can karşılığında "deprem değil, bina öldürür" bilgisine ulaşmıştık.
Bugün "en yüksek faturadan" eğitim(!) sürecimiz, sel üzerinden yürüyor. Rize'den Antalya'ya değişmeyen şey "aklı dışarıda bırakan" süreçleri, tekrarlayıp durmak. Üstelik dersi almış, bedelini ödemiş iken, "farklı sonuç bekleme" enayiliği de cabası.
Kar gelir İstanbul biter, yağmur gelir Antalya biter, dolu gelir pamuk gider, sel gelir insanlar ölür... Bu "sebep-sonuç" ilişkisini "en yüksek maliyetten" öğrendik fakat "gereğini" yapma konusunda hâlâ akılsızlık eseri çözümleri üretiyoruz.
Su, biz öldük diye üzülmez ve taşıdığı "akışkanlar dinamiğini" değiştirmez. Deprem, binlercemiz öldü diye yas tutmaz ve zemin mekaniğinde "müsamahaya" gitmez. Taşan dere, alıp götürdüğü evimizin ardından gözyaşı dökmez ve aynı yere daha büyüğünü dahi diksen, yine alıp götürmek ister.
Bu, onların "insanlık düşmanı" olduğunu göstermez, yalnızca kendi doğasında tutarlı davrandığını anlatır bize.
Elazığ'da kurnazımız, kabahati "kerpice" yüklemiş ve "betonarmesi varken..." teviline gitmişti. Oysa sorun, binlerce yıldır kullanılan yerel malzemede değil, inşaatı ayakta tutma matematiğini inkâr eden akılsızlığımızdaydı. Tıpkı sel üzerinden yinelediğimiz gibi...