1980'lere dek; "gitmesek de görmesek de" o köy bizim köyümüzdü.
Sonra anladık ki gözden ırak tuttuklarımız, bizi gönlünden uzaklaştırıyormuş.
Baktık gitmeden olmuyor; gittik, gördük, teşvik verdik... Fakat yıllar yılı bölgede yatırım mayasını tutturamadık. Misal Bitlis'te mandıraya verilen teşvik, Bodrum'da villa, İstanbul'da lüks otomobile dönüştü.
Derken; Kürt Sorunu'nu ekonomiyle çözme modası yaratıldı.
SİAD'lar GİAD'lar ve cümle TÜSİAD'lar bölgeye adeta akın eder oldu. Neticesinde; fiyakalı söylemler, afralı tafralı "Doğu" raporları ve yürümeyen peynir gemisi...
Sorunun çözümünde kendinden başka herkesi suçlayan TÜSİAD'a bakıyoruz; "Çözüm için Doğu'ya yatırım gerek" diyor ama Ankara'nın Doğu'sunda yok!.. 574 üyenin 759 tesisinden yalnızca 49'u Ankara'nın ötesine geçebilmiş. O da çimento ve enerji için...
TÜSİAD'ın "tez bölgeye yatırım yapıla" fetvası(!) "sen niye gitmezsin?" diye eleştirilince kendini savunması; "biz hayır kurumu değiliz" şeklinde olmuştu.
Bana göre sorun; Ankara'nın ötesine varmayı, TÜSİAD'dan beklememizde yatıyor. Bunu onlardan veya 'çakmalarından' bekleyemeyiz.
Bunun yerine, Ankara'nın ötesindeki dinamizmi görebilecek, küreyi, yöreyi, töreyi bilen yeni girişimcileri bulup çıkarmalı ve alkışlamalıyız.
Teşvik mayasının tutmuş olması, bu açıdan fevkalade önemlidir.
Şükür ki birileri gitmese de görmese de Ankara'nın ötesinde ekonomik hayat gelişiyor, gelişecek.