Başıbozuk düzen yerine ilke ve kurallar ile "var olmak" iyidir de... Kuralı koyan ile kurala uyan arasındaki külfet maliyeti, temel bir sorundur.
Gümrük Birliği sürecini hatırlıyorum. O dönemde dünya ticaret hacminin artırılması için gümrükler birleştirilirken "getirilen kurala uyacağız" diye az çile çekmedik. O kuralların oluşumunda katkımız yoktu fakat sonuçları, inanılmaz külfetliydi. AB üyesi olmadan Gümrük Birliği'ne geçtiğimiz yıllarda, Avrupa'nın açık pazarına dönüşmüştük.
Benzer dayatmalar, bilgi ve iletişim teknolojileri ve "Europa +" sürecinde yaşandı. Üyelik öncesi "uyum" adı altında bize "dayatılan" her şeye razı olduk. Bedel pazarlığı yapamadık, külfete katlanmak bize "muasır medeniyet faturası" gibi anlatıldı.
Çevre kavramı ön plana çıkınca "CE Belgesi" ve daha yüzlercesi, bizim cılız ihracatçı KOBİ'lerimize az çektirmedi.
Tam "başardık" derken Avrupa'yı "Toplam Kalite" dayatmasıyla bulduk. Onu da aşıp firmalarımız üçer beşer Avrupa Kalite Ödülleri'ni toplarken, çıta bu defa stratosfere kadar tırmandırıldı. Ozonu delmekten, karbon ayak izinden, çevreci olmayanı yok etmekten söz eder oldular.
Davos Zirvesi'nin dünkü oturumlarında bu defa karşımıza "Ülkelerin Küresel Çevre Performansları" endeksi çıktı. Tahmin edebileceğiniz gibi Türkiye, "163 ülke arasında" iyi bir yerde değil; 77'nci sırada.
Kuralları koyanlar, başka pek çok alanda ellerinden kaymakta olan rekabet avantajını "tarife dışı engeller" ile aşmak için böylesi icatlar çıkarmakta pek mahir görünüyor.
AB üyeliğinde "birliğe almayız" tehdidiyle bize dayatan Fransa eski Cumhurbaşkanlarından Jacques Chirac, bir toplantıda; "biz AB'yi kuranlardanız buna rağmen Türkiye'den taleplerimizin % 65'ini dahi yerine getirmiş değiliz" şeklinde itiraf ediyordu.
Bu yeni kural dayatması, sadece devletlerden veya AB gibi birliklerden gelmiyor. Mesela teknoloji alanında üretilen her yeni kavram, beraberinde yeni bir iş kuralı getiriyor. Eğer gündemde dijitalleşme varsa, "dışında kalırsan, ölürsün" söylemi dayatılıyor.
Yazar dostum Emre Aköz; "Kaliforniya İdeolojisi"ne örnek verirken ileri teknolojiyi yaratanların sürekli "pembe tablolar" çizdiğine işaret eder. Nitekim bu "iyimserlik", çokuluslu teknoloji firmalarının elinde "ideolojik kurallara" dönüşmüş ve "eğer CRM almazsan mahvoldun, dijitalleşmezsen öldün" tehdidine dönüşmüştü.
İşin garibi bu tehditler işe yaramış ve kural dayatanlar, uydurdukları felaket senaryoları sayesinde iyi para yapmıştı. 2000 yılında "Y2K Sendromu" yüzünden "eğer yenilemezsen bütün bilgisayarlar çökecek" tezgâhında, neredeyse hiçbir şey olmamış ama olan bizim "kullanmaya yeterince hazır olmadığımız teknolojiye" yatırdığımız paralara olmuştu.
Küresel ısınma alanı da çevre koruma söylemleri de aslı doğru olsa dahi, devlerin elinde "yeni kural oluşturma" gerekçesi haline geliyor.
Doğal olarak bu kuralları oluşturanlar arasında bulunmadığımız için "kurallara uyanlar" grubuna itiliyoruz. Bunun doğal neticesi; yeni kurallara uyum maliyeti, daha yüksek fiyatlar, gerileyen rekabet avantajları ve kaybedilen pazarlar olabiliyor.
Peki bütün bunları neden sıraladım?
Vahşi kapitalizm döneminden kalan kazan/ kaybet anlayışı artık çok gerilerde kaldı fakat bu düşüncenin temsilcileri hâlâ yaşıyor ve Davos, şu anda bunlarla dolu.
Dünya Ekonomik Forumu raporlarına bakın; dünya liderlerinin, yoksulluk, işsizlik, barış ve çevresel korunma gibi çeşitli global sorunların üstesinden gelmeye yönelik verdikleri sözleri bizzat kendilerinin yerine getirmedikleri tespiti var.
Ama bunları pekala bizden isteyebiliyor, fütursuzca "dayatabiliyorlar."
Yeni kuralları, tanımladıkları sorun alanları ve üretecekleri fayda açısından baktığımızda bunlara karşı çıkmak mümkün değildir. Tabii ki etik iş, kalite, kurumsal sosyal sorumluluk, temiz çevre, düşük karbon izi, küresel sorumluluk gibi kavramları benimsersiniz.
Fakat bu "makul yeni kuralları" kendi lehine bir rekabet üstünlüğü olarak kullanarak Türkiye gibi ülkelere dayatırsanız, film bir yerden kopabilir.
Belki de çözüm, kurala uyan ülke olmaktan çıkıp, kural koyan ülke olmak için daha güçlü eko-politik stratejilerden geçiyor.
Bu da "zaman alacaktır" fakat bu yönde gayretimiz olduğunu bilmek istiyor insan.