Dünya nüfusunun en büyük baş belası olacağını söyleyen eski tezler, yavaş yavaş yerini "çoğalalım" çağrılarına bırakmaya başladı. En azından gelişmiş ülkelerin yaptığı, şimdilik bu.
Eğer bir ülkede ortalama hane büyüklüğü 2.1'in altına düşüyorsa, o ülkenin nüfusu azalıyor. Avrupa Birliği dahil pek çok ülke grubunda, giderek yaşlanan ve "yeterince üremeyen" nüfus problemi oluştu.
Türk kozmetik firması B'IOTA Laboratuarları'nın yatırımları için bulunduğumuz Brezilya bile 200 milyonluk nüfusu, tıklım tıklım plajları ve sambalı sokakları dolduran genç insanlarına rağmen, eskisi kadar hızlı çoğalamıyor.
Türkiye'de nüfus artış hızı geriliyor. Halen % 1.3 olan oran, 2015'te %1'in altına inecek. Görünen o ki 2050'de nüfusumuzun 100 milyonu bulması dahi hayal. Ortalama ömür beklentimiz, 72 yıl. Kadınlarımız 74 yıl, erkeklerimiz de 69 yıl yaşıyor.
Doğurganlık oranının en düşük olduğu ülke Singapur. Eski Başbakan Goh Çok Tung, bu tehdidi ilk fark edenlerden biriydi ve çareyi, "halkı her fırsatta sevişmeye davet etmekte" bulmuştu. Kadın başına sadece 1.5 çocuğun düştüğü bu küçük kent devletinde yayımlanan, hükümetin yarı resmi yayın organı niteliğindeki "Staraits Times" adlı gazete, ana fikri "Haydi vatandaşlar yatağa" olarak özetlenebilecek kampanyanın yaygınlaştırılması işini üstlenmişti.
Gazete, "bize çok çocuk lazım. Böyle giderse özellikle Singapur'daki Çinli çoğunluğun varlığı tehlikeye girecek" diyen kendi başbakanını destekliyordu. Hatta yine aynı gazetede otomobil fantezisi için kentin en romantik ve gözlerden ırak bölgelerinin eksiksiz bir listesi yer almış ve çiftlere gerekirse gazete kâğıdıyla otomobillerinin camlarını kapatabilecekleri dahi hatırlatılmıştı.
Yaklaşık 4 milyonluk nüfusunun kabaca %76.8'i Çinli, 13.9'u komşu Malezya kökenli Malay ve 7.9'u da Hintli olan Singapur'daki kampanya aslında ırkçı tonlar taşıyor. Devletin "çoğalın" emri verdiği kesim de esas olarak zaten Çinliler.
Çocuk doğuran kadınlara verilen doğum izninin artırılmasından ücret artışına kadar bir dizi "ödül"ün de vaat edildiği ülkede durumun bu derece vahim hale gelmesinin ardında ise, "sihirli beşli" denilen ve "ev, araba, kredi kartı, nakit para ve kulüp üyeliğinden" oluşan orta sınıf nimetleri yatıyor.
Cumhuriyetimizin ilk yıllarında bizde de aynı durum söz konusuydu. Çanakkale'de 200 bin daha sonraki savaşlarda da onbinlerce insanını kaybeden Cumhuriyet, 10. yılında "15 milyon genç" yaratmakla övünüyordu.
Nüfusu artırmak için çocuk sayısına göre vergi indirimi, daha az kesinti gibi yöntemler uyguladık. Daha sonra nüfus artış hızı kontrolden çıkınca bu defa nüfus kontrolüne yönelik faaliyetlere hız verdik.
Bu dönemde Çin, aşırı nüfusu kontrol altına almak için iki çocuktan fazlasına ceza uygulamalarını dahi denedi.
Kendisi dışındaki ulusların aşırı çoğalmasına daima kuşkuyla bakan Batı, gelişmiş ekonominin doğal bir sonucu olarak artık ürememeye başlayınca, şimdi çareyi yeniden nüfus artışını özendirici uygulamalarda buldular.
Başı belada bir diğer ulus, kadın başına 1.2 çocukla İtalya. 2050 yılı itibariyle dünya nüfusunun % 60'a yakın kesiminin hızla üreyen Asya'da, % 4.4'lük bir kesiminin de Kuzey Amerika'da yaşayacağı tahmin ediliyor.
10 yıl sonra dünya nüfusunun 9 milyara çıkacağı tahmini yapılırken bu telaş niye? Aslında sorun şu; İlave 2.5 milyar insanın kim olacağı...
Fakirler mi yoksa zengin ülkeler mi daha çok çoğalacak?
Türkiye, hâlâ nüfus artışı konusunda "baskı altında tutulan" ülkelerden biri. Ancak 20 yıl önce 2.1 olan oranın 1.3'lere gerilediği son 20 yıl zarfında, "bakabileceğin kadar çocuk sahibi ol" anlayışı yaygınlık kazandı. Avrupa Birliği'nin Türkiye üyeliği konusundaki en büyük çekincelerinden biri olarak hâlâ nüfusun gösterilmesinin ardında ise, yaşlanan üremeyen Avrupa'nın "Genç Türk İstilası" kaygısı var.
Bana göre Türkiye, nüfus artışındaki aşırılığını törpülemiş ve şimdiki doğurganlık oranıyla dünya ortalamasını yakalamış bulunuyor.
Şimdi sorun şu; Ya Avrupa gibi yaşlanan ama zenginleşen bir ulus olmak veya hızla yaşlanan ama hâlâ fakir kalan ülke olmak.
Bu da bizim tercihimiz olacak.