İyi fikir ile kötü fikir arasındaki farkı, çoğu kez "zamanlama" tayin eder. Havuza dalmadan önce derin nefes almak, iyi fikirdir; havuza daldıktan sonra derin nefes almak kötü fikir!
Trafik kazalarını önlemeye çalışmak iyi fikir; trafik canavarına sayıp sövmek kötü fikir!
Hata yaptıktan sonra akıllanmak için kafayı duvara vurmak iyi fikir; hata yapmadan önce kafayı vurmak için duvar örmek kötü fikir.
Testiyi kırmadan önce uyarı, iyi fikir; testi kırıldıktan sonra ceza, kötü fikir. Sevdiğinin kıymetini yanındayken bilmek iyi fikir; sevdiğinin kıymetini kaybedince öğrenmek kötü fikir.
Önce tedbir, ardından tevekkül iyi fikir; önce gaflet, ardından teessür kötü fikir.
Ayağını yorganına göre uzatmak iyi fikir; ayağındaki pire için yorgan yakmak kötü fikir. Severek sevilmek iyi fikir; sevilmeden sevmek kötü fikir.
Yenile yenile yenmesini öğrenmek iyi fikir; yenile yenile bunu alışkanlık edinmek kötü fikir.
Liste; uzar gider...
Kriz de "zamanlaması" itibarıyla, eski pek çok "iyi fikir"i çırak çıkardı. Ancak kriz sonrasına dair tahmin yapanların kaçırdığı, bu zamanlamanın, geçmişin trendlerini geleceğe uzatmadığı, aksine kırdığıdır.
Bu kırılmanın odağında, küresel kriz öncesi pek çok "enayi"liğin de kriz sonrasında "dâhilik" olarak algılanabileceği gerçeği yatmaktadır. Tıpkı kriz öncesi "iyi fikir"in, kriz sonrasında "kötü fikir"e dönüşebileceği gibi.
Şimdi herkesin, krizden çıkmak için "yürümeyen" bir planı var.
Yürümeyen diyorum zira krizden çıkıyoruz coşkusundakiler dahi, eski bütün kötü alışkanlıklarıyla, "kriz sonrası yenilenmekte olan dünya"da var olabileceğini sanıyorlar.
Ürettiğinden daha fazla tüketerek, krizin kırdığı "saadet çarkı"nın eskiden olduğu gibi "tıkır tıkır" çalışabileceğini umuyorlar.
Ekonomi tıkırında olsa dahi işlerin eskisi gibi "tıkırında" olamayacağı gerçeğini, ancak çok az sayıda vizyoner patron fark edebilmiş.
Gerisi, sanki dolu sağanağı geçmesi için bir dam altına sığınmış gaflet yolcusu gibi davranıyor.
Düne kadar "aşırı kâr" imkânı varken "makul kâr" ile yetinmek, enayilikti. Sürdürülebilir kâr'ın "dâhilik" olduğunu bu krizle öğrendik.
10 Eylül'de, birden fazla yedekleme yeri, inanılmaz savurganlıkmış gibi geliyordu. 11 Eylül'de bunun dâhilik olduğunu anladık.
16 Ağustos'ta sağlam zemin aramak ve temele demiri gömmek, bunu yapan müteahhidi "enayi" yapıyordu. 17 Ağustos'ta bu işin dâhilik olduğunu anladık.
2001 krizinde işçisini kapıya koymayan patrona, etrafındakiler "enayi" gözüyle bakıyordu. Kriz geçip işler açılmaya başladığında bu işin "dâhilik" olduğunu fark ettik.
Nimeti alıp külfeti ötelemeyenin "enayi" diye damgalandığı kriz öncesindeki kötü alışkanlıkları hatırlayın; devlet olarak daha yüksek vergi salmamayı, imkân varken devletten vergi kaçırmamayı, eline fırsat geçmişken ortağını dolandırmamayı, yan gelip yatmak varken sıkı çalışmayı "enayilik" sanıyorduk.
Krizin dokusuna yakından bakanlar, kanaviçe ilmeklerinin bu gibi "kurnazlıklarla" örüldüğünü fark ederler.
Nitekim kendi kurnazlığıyla insanı yüzleştiren krizle, "inkâr ederek başa çıkacağımızı" sandık.
Olmadı. Olamadı. Zaten olamazdı.
Şimdi de "bekleyerek" başa çıkacağımız "gaflet" limanındayız.
Binlerce kez sahneye konulan "Godot'yu beklerken" gösterdi ki, Godot'lar gelmiyor. Krize kurnazlık penceresinden bakıp "enayilik" olarak gördüklerimizi, akıl penceresine taşıdığımızda "dâhilik" olarak yeniden tanımlamalıyız.
Şirketini soymamak enayilik idi. Şimdi buna dâhilik diyoruz.
Müşterisine kazık atmamak enayilik idi, bugün mutlu müşteri dâhiliği diyoruz.
Ortağını dolandırmamak enayilikti, şimdi etik ortak olmak dâhiliktir.
Ekonomiyi emanet ettiğimiz bakanlardan biri, "devlete vergi verecek kadar enayi değilim" diyordu. Bugün makul vergiyi salan devlet kadar bunu ödeyebilmek "dâhilik" sayılıyor.
Dâhiliğin tanımlarından biri de insanın "dehşetli zamanlardan anlam çıkarma" yeteneği ise, artık "bir şeyleri değiştirmeden her şeyin değişeceğini umma" enayiliğinden vazgeçmenin zamanı gelmedi mi dersiniz?