Küçük ve Orta Boy İşletme demek. İşletmelerimizin %99'undan fazlasını tanımlıyor.
Ancak Avrupa'da da işletmelerin de %99'u KOBİ.
Bizdeki 1 milyon 720 bin işletmeye "ölçek" noktasından bakıp tanımladığımız KOBİ'lerimizi, Avrupa'dan, "üretimin niteliği" ayrıştırıyor.
Esnek yapıları, krizde varolma becerileri, dinamizmleri, risk anlayışları, az parayla çok iş yapabilmeleri ve istihdam yaratma kabiliyetleri, KOBİ'leri "çok özel" bir yere koyuyor.
Kayıp yıllar diye adlandırdığım 1990'larda yaşadığımız 3 büyük krizde, varolma öykümüzü, KOBİ'lerin bu nadide dinamizmine dayandırmıştık. Anadolu Kaplanları diye tanımladığımı KOBİ'lerimizi "nihayet" fark edince, onların daha üst niteliğe sahip olacağını düşünmüştük.
Bankacılık sisteminin umursamadığı, ekonomi bürokrasisinin üvey evladı ve itibar pastasının "zayıf bölüşeni" KOBİ'lerin, bu "farkındalık" sayesinde boylarının uzayacağını, zenginliklerinin katlanacağını öngörmüştük.
Ancak hayat tam olarak böyle gelişmedi.
Öncelikle "krizden çıkış" sürecinde ve kayıtdışı ortamında "fazlaca işe yarayan" dinamiklerin, sürdürülebilir kalkınmanın egemen olduğu 2002-2008 döneminde, büyük bir fark yaratmadığını gördük. Ölçeklerin önem kazandığı bu dönemde KOBİ'lerin "ortak iş yapamama kültürü" gelişmelerinin önünü tıkadı. Çoğu KOBİ, "küçük olsun benim olsun" mantığıyla ya ortağından kurtulmak istedi veya ortağını dolandırdı.
İkincisi; teknolojinin dönüştürdüğü dünya ekonomisindeki değişen mal ve hizmet desenini algılayamadılar. Bunun için "üretim" yetmiyordu. Araştırmak, geliştirmek gerekiyordu. Daha nitelikli mal üretmek için mevcut insan kaynağı kifayetsiz kalınca KOBİ'lerin yarattığı katma değer de gerilemeye başladı.
Üçüncüsü; bana göre en önemlisi de KOBİ'lerin, genişleyen ve gelişen ekonomide, ihtiyaç duyulan yeni finans, pazarlama, müşteri ve yönetim kalitesini ıskaladılar.
Oysa onları alkışlarken; "gözlerindeki aç kaplan bakışı"ndan yola çıkıp onların bu girişim enerjilerini övmüştük.
Fakat, gerileyen enflasyon, değerli hale gelen liramız, dönüşen pazarlar, artan rekabet ve b teknoloji, "yalnızca alkışla olmaz" noktasına taşıdı bizleri.
Hele ki küresel krizde KOBİ'lerin belirginleşen zaafları, bunların dönüşme zaruretini gündeme taşıdı.
Bugün sırf KOBİ'lerimiz için çalışan yüzlerce sivil toplum örgütü ve onlarca kamu kurumu var. KOBİ'lerin bana göre tıkandıkları nokta, 2002-2007 arasında "işlerin tıkırında" olduğu dönemde, "nitelikli KOBİ olamama" sancısıdır.
Ekonomiye hayat veren bu kurumlarımız bugün, onları fetişleştiren niteliksiz algı ve adımlar sebebiyle "hayat öpücüğüne muhtaç" haldedirler.
Bu, AR-GE'sizliğin, müşteriye bakıştaki sakatlığın, yönetimde tırmandırılamayan düşük kalitenin doğal bir sonucudur.
Peki hal böyle iken yıllarca alkışladığım ve "Anadolu Kaplanları" diye övdüğüm KOBİ'leri çöpe mi atacağız? Şüphesiz hayır.
KOBİ'lerimiz, istese de istemese de dönüşecekler. Bir yandan "ortak iş yapma kültürü" mecburiyeti, ölçeklerini yükseltecek ve "OBİ"leşecekler.
Öte yandan semt delikanlısı kimliklerini geride bırakıp, "nitelikli KOBİ" olacaklar.
Ve tahminim; yakın gelecekte yabancı sermayenin yeni ilgi odağı olup, "Küresel KOBİ" haline getirilecekler.
Zira böylesi dinamik bir yapının küresel rekabette var olması için "çuvaloğlu limited" modeli yetmemektedir.
Küresel pazar dinamiklerinin, nitelikli, bilgi-yoğun mal ve hizmet üretiminin gereği olarak, daha üst bir "yönetimsel akla" ve "güçlü finansmana" ihtiyaçları var.
Yapmadığın AR-GE, bugün senin patronu olduğun işletmede, yarın maraba olmanı zorunlu kılabilir.
Piyasa cambazlıklarına harcadığın aklın, küresel KOBİ olmak için kifayetsiz kalabilir.
Özdemir Asaf; "Bir insan treni kaçırırsa başka bir tren gelir onu alır. Bir ulus treni kaçırırsa başka bir ulus gelir onu alır" der.
Asaf, bence bir mısra daha ilave etmiş olsaydı; "bir KOBİ treni kaçırırsa.." diye devam ederdi.