2009 yılı Ekim ayının son günleriydi. Ankara, Irak'ta ezber bozan bir dizi temasa kapı aralamıştı. Basra, Erbil ve Musul'u kapsayan görüşme trafiği, "Şii, Kürt ve Sünni" bölgelerine mesaj niteliği taşıyordu. Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu ile katıldığımız o seyahatin en dramatik bölümüne Musul'da tanık olmuştuk. O gün şöyle yazmıştık:
"... Sünni Arap ve Türkmenlerin yoğunlaştığı Musul ve çevresinde işgalin izleri sürüyor. Çökmüş bir kent. Korku dolu yüzler... Havaalanından, Türkiye'nin Musul Başkonsolosluğu'na uzanan 2 km'lik yolun sol tarafı 1 metre eninde 3 metre yüksekliğinde duvarla ayrılmış, sağ tarafı ise kum torbaları ve dikenli tellerle çevrilmiş. Her 200 metrede bir kontrol noktası, her köşe başında eli silahlı zenci askerler... Tabii bir de sözde Irak askerleri... Bu arada Kiowa tipi ABD keşif gözetleme helikopterleri sürekli alçaktan uçuş yapıyor...
" Musul, ABD askerleri çekildikten sonra da sefalet içinde kaldı. O tarihte Sünni Araplarda, Irak'ın işgalinde ABD ile işbirliği yaptığı gerekçesiyle Kürt Bölgesi'ne yönelik nefret duyguları hakimdi. Musul'dan Erbil'e uzanan 85 kilometrelik yol güvenli değildi. Baas rejimi kalıntıları ile Sünni aşiretler içten içe kaynıyordu...
***
Sonra, dengeler ve düşman önceliği değişti Musul'da...
Şimdi, filmi biraz ileri saralım. Kasım 2013'e gidelim. Yine Davutoğlu ile Irak'tayız. Bu kez Muharrem ayı, programda Bağdat ile Şiiler için kutsal mekanların bulunduğu, Necef ve Kerbela var. 4 yıllık dönemde Irak Başbakanı Maliki'nin mezhep temelli politikaları Bağdat'ın çehresini değiştirmişti. Çok kültürlü Bağdat, tam bir Şii kentine dönüşmüştü. Tansiyon yüksekti. Güvenlik sorunları her an hissediliyordu. Davutoğlu, bugüne de ışık tutan iki önemli değerlendirme yapmıştı:
1- Irak'ta tüm mezheplerin, etnik grupların katıldığı bir siyasal yapının oluşmasını, Sünni-Şii çatışmasını önleyici faktör olarak görüyoruz.
2- Türkiye'de ve bölgemizde şiddete müsamaha göstermeyiz. (Suriye'yi kastederek) Türkiye hiçbir zaman, hiçbir şekilde şiddet yanlısı grupların arkasında olmadı!
***
Düne ait izlenimlerden bugünün gerçeklerine gelirsek, şu çıkarımları sıralayabiliriz:
ABD'nin, Irak'ta Kürt-Arap, Sünni-Şii bağlamında kurduğu suni denge iflas etti.
ABD, Sünni İslam'ı, El Kaide benzeri örgütlerin kaynağı olarak tanımladığı için Irak'ta Şiilerin hakimiyetine göz yumdu. Özelde Irak'ta genelde Müslüman dünyasında mezhebe dayalı bölünmeleri teşvik etti.
Türkiye'nin, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ile kurduğu petrol ticareti, Musul örneğinde olduğu gibi, ABD'nin
"burun sürtme operasyonuna" dönüştü.
Ankara'nın,
"Suriye, terör örgütlerinin tatbikat alanına dönüşecek" uyarısı yeterince ciddiye alınmadı. ABD-AB'nin iki yüzlülüğü, Rusya ve İran'ın bölgesel hesapları yüzünden Özgür Suriye Ordusu zemin kaybetti, Irak Şam İslam Devleti Örgütü (IŞİD) ve Nusra Cephesi gibi aşırı unsurlar güç kazandı.
Irak'ta ezilen Sünni gruplar, Bağdat'tan intikam almak için IŞİD'e kapı araladı. Musul-Bağdat hattı terör gruplarının kontrolüne geçti. Esad'ın,
"ateşi tüm bölgeye yayarım" tehdidi uygulamaya döküldü.
Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar'da
"stratejik derinlik" kurmadan bu coğrafyada yaşaması zor olan Türkiye ise imkan ve kabiliyet sınırları nedeniyle zaman zaman vurgun yedi. Politika güncelleme gereği ile baş başa kaldı!