"Faiz, ekonomik mesele olduğu kadar siyasi mesele mi?"
Önceki yazımda bu soruya aradığım cevap hayli ilgi çekti. Zira, özünde ekonomik görünen bir konunun, siyasal boyutlar da içerdiği fark edildi. Aylardır kulislerde konuşulanlar gün ışığına çıktı.Türkiye ekonomisini takip edenler, küresel finansal kuruluşlar ile içerideki oyun kurucuların hangi kişi ve kurumlara odaklandığını iyi bilirler. Onlar için vazgeçilmez iki siyasi kanat vardır. "Hazine ve Maliye." Yani Hazine'den sorumlu bakan ile Maliye Bakanı'nı mutlaka çekim alanlarında tutmak isterler. Bunu "finansal sigorta" olarak kurgularlar. Bürokraside ise öncelikli hedef Merkez Bankası'dır. Eş anlı olarak Hazine, BDDK ve SPK da göz önünde tutulur. Genellikle "iletişim stratejisi" adı altında bilhassa Merkez Bankası ve Hazine kurmayları, yerli-yabancı bankacılarla düzenli aralıklarla bir araya getirilir. "Etkileşimli yönetim" tekniği uygulanır.
***
Bu pencereden bakıldığında (Dışişleri'ndeki kısa dönemi hariç) Türkiye'deki parasal operasyonların siyasi merkezinde hep Sayın
Ali Babacan oldu. Babacan, IMF-Dünya Bankası program müzakereleri ile başlayan, kredi derecelendirme kuruluşları ile gelişen ve Bilderberg ile taçlanan ilişkiler yumağında, yabancılar açısından kritik bir konuma taşındı. Çankaya senaryoları ve muhtemel Başbakan adaylığı nedeni ile ilk kez bu yıl Bilderberg'e gitmedi. Maliye Bakanı
Mehmet Şimşek ise Ankara Siyasal'daki günlerinden sonra ABD-İngiltere ekseninde kariyer yaptı. Para çevrelerinin tanıdığı bir teknisyendi, ardından siyasete girdi. O da Hazine ve Maliye'deki klasik tarzı büyük oranda korudu.
***
Merkez Bankası Başkanlığı ise AK Parti döneminde geleneksel sancı makamıydı. Eski Başkan
Süreyya Serdengeçti formatlanmış bürokrattı. Ezberleri vardı ve siyasetle denge kurmayı düşünmedi. Görev süresi bittiğinde, birkaç isim direkten döndü. Onun önerdiği
Durmuş Yılmaz Merkez Bankası'nın içinden, muhafazakâr tonlarla bezenmiş bir namzetti. Yılmaz'ın, eski Merkez Bankacıların radar mesafesinde tutulacağı varsayıldı. Durmuş Bey, ilk günlerindeki zikzaklara, yer yer inadına rağmen beklenenin üstünde iş çıkardı. Bu sırada
Erdem Başçı da Babacan'ın danışmanlığından, yetiştirilmek üzere Merkez Bankası yönetimine atandı. Beklenen gün geldiğinde Başçı, Başkanlık koltuğuna oturdu. Böylece,
"Babacan-Merkez Bankası-Köşk" çizgisi doğdu. Başbakanlık'tan ziyade, Çankaya ziyaret trafiği de Ankara'daki özel gündemde yerini aldı.
***
Başçı,
"faiz politikası" ile sınırlamadığı, değişik para politikası araçları ile çeşitlendirdiği uygulamaları nedeniyle önce küresel paracılarca eleştirildi.
"Karmaşık ve şeffaflıktan uzak" diye nitelendi. Er ya da geç faizi artıracağı ama siyasi etki altında kaldığı söylendi. Bu iddia bilinç altına işlendi. 17 ve 25 Aralık müdahale girişimlerinin seyrini yeterince öngöremeyen, Para Politikası Kurulu'ndaki kimi üyelerin etkisinde kalan Başçı, yönetilebilir ekonomik risklerin kontrolden çıkabileceği kaygısıyla, biraz da kendisini ispat güdüsüyle, şok faiz artışına yöneldi. Malum tartışma da böylece alevlendi!
Netice... Her kararın bir arka planı olduğu kadar, siyasi yönleri de var!