Bu yılki Nevruz'un, kalkışma provalarına sahne olması ve daha ilk dakikadan itibaren sert yasaklarla karşılanması aslında sürpriz değildi. Bir yönüyle Nevruz'un o veya bu tarihte kutlanmasına müdahale eden eski tip devlet anlayışıyla karşılaştık. Diğer yönüyle terör örgütü himayesindeki kadroların halkı manipüle etmeye yönelik son çırpınışlarına tanık olduk.
Siyasi aktörlerin çatışma ortamında kalması ne kadar can sıkıcı ise sokakların savaş alanına çevrilmesi de o kadar rahatsız ediciydi. Muhtemelen Nevruz'un ardından, bildik kanlı senaryonun hem kırsalda hem de kentlerde sahnelenmesi için yine düğmeye basılacak.
Zaten mesele de bu! Tıpkı Cudi'de olduğu gibi.
***
Devletin ortak aklının ürettiği çözümleri, hatta toplumsal müsamahayı zafiyet olarak görüp, kendine güç vehmedenler için yolun sonunun göründüğünü söyleyebiliriz. Zira silahlı siyasete yaslanan maksimalist taleplerin sahipleri Ankara'da sessiz ve derinden yürütülen yeni demokratikleşme hamlesinde artık muhatap alınmayacaklarını biliyorlar. Bu yüzden, Nevruz bahanesi ile tabanı canlı tutma taktiğine başvurdular. Hem gösteri özgürlüğünün kısıtlandığını öne sürecek malzeme üretmeyi denediler hem de sağduyulu kesimlerin sinir uçlarına dokunup,
"Bunlar için değmez" dedirtmeyi hedeflediler. Yani, demokratikleşme iklimini bozacak her türlü oyunu oynadılar.
***
Oysa bugün Türkiye, Kürt sorununda kritik bir dönemece giriyor. Terörle mücadeledeki kararlılığı, KCK operasyonlarındaki sürekliliği yakında gündeme gelecek hukuki hamlelerle birlikte düşünmek gerekiyor. Adalet Bakanlığı'nın,
"İfade Özgürlüğü Eylem Planı" ile
"İnsan Hakları İhlallerinin Önlenmesine Yönelik Planı" bu dönemin en kapsamlı yapısal reformlarını oluşturmaya aday.
Özellikle,
"Düşünce özgürlüğü bağlamında tanımlanacak faaliyetler, şiddeti teşvik eylemlerinden somut bir şekilde ayrıştırılacak!" Şiddet içermeyen her türlü düşünceye geniş özgürlük kapısı açılacak. Yargıçların yorum, kolluğun tespit sınırları daraltılacak.
Ceza, Ceza Muhakemesi ve Terörle Mücadele Kanunları'ndaki elastiki hükümler ayıklanacak.
Bu noktadaki güncel kriterler ise AİHM kararları üzerinden geliştirilecek.
***
Şam'daki iç kargaşayı, Türkiye-Irak-İran ve Suriye'deki Kürt kökenliler ekseninde de değerlendirme gereği duyan hükümet, dışa yansıyan keskin beyanlara rağmen mutfak çalışmasında terörün panzehirinin
"demokratik hukuk devletinden" geçtiğinin bilinci ile hareket ediyor. Yapılacak düzenlemelerin sıkça bölgeye gidilerek bıkıp usanmadan halka anlatılacak olması da tasarlanan sürecin farkını ortaya koyuyor.
Ve aşina olduğumuz güçlük burada karşımıza çıkıyor... Ülkenin dağlarında, kentlerinde bombalar patlatılırken eşzamanlı olarak silah bırakmayı teşvik edecek önlemler nasıl hayata geçirilecek?
Veya
"Sayın Öcalan" demek eğer sempatiyi yansıtıyorsa suç saymayıp, Öcalan'ın canice eylemlerinin övgüsü niteliğine bürünüyorsa suç kapsamına alınması nasıl sağlanacak?
Örgüt üyesi olmamakla birlikte, örgütün amaçları doğrultusunda faaliyet gösterdiği iddia edilen kişilere kesilecek cezalar, yargı süreçlerini sekteye uğratmadan toplumsal vicdanı tatmin edecek şekilde nasıl gözden geçirilecek?
Şimdilerde Ankara'da bu hassas soruların çözüm formülleri, teröre taviz vermeyecek şekilde yeniden yazılıyor.