Mesele Mehmet Ali Şahin'in vurguladığı gibi Cumhurbaşkanı Gül'ün görevi tamamlanınca gidip Başbakan olması değil. Kişiler, isimler üstünden yürütülen tartışmalara hiç akıl yatırıp gönül indirmemiş birisi olarak bu kabil bir "okuma" bana zaten ters geliyor, çünkü eksik ve yetersiz görünüyor. Bence tartışma kurumlar ve kavramlar üstünden yürütülmeli. Öyle olunca da Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olup olmamasını, Erdoğan sonrası Ak Parti'yi, yeni cumhurbaşkanlığı döneminde yönetim ilişkilerini irdelemek gerek.
Ben bu irdelemeyi önce Tarhan Erdem Bey'in sonra Fehmi Koru üstadımızın yazdığı iki yazı bağlamında irdelemeyi düşünüyorum.
***
Tarhan Bey,
Erdoğan'a Çankaya'ya çıkmamasını, partinin başında kalmasını önerdi. Koru da bu yaklaşımı yorumladı. Basında, Erdoğan sonrası partinin nasıl olacağına dair başka yazılar da yer aldı. Doğaldır. Çünkü akıllarda iki çok feci örnek var: Anap ve DYP.
Hele son zamanlarda
Başbakan Erdoğan'ın karizmatik kişiliği ile seçimleri bu seviyede sonuçlandırdığının araştırmalarla kesinleştiği hatırlanırsa, ondan sonra partinin ne olacağı başlı başına bir soru, meşru, yerinde ve hatta tehlikeli bir soru. Tehlikeli, çünkü gerçekten de Ak Parti, Erdoğan sonrasında büyük bir sarsıntı geçirebilir. Geçirecektir de.
Nedeni çok basit:
bir dönem kapanıyor. Nasıl kapanmaz, siz 2014'ün üstünden bir dört yıl daha geçeceğini, ardından mesela
Kadir Topbaş'ın yeniden İstanbul'a belediye başkan adayı,
Melih Gökçek'in yeniden Ankara'ya aday olacağını düşünebilir misiniz? İyidirler, kötüdürler değerlendirmesinin çok dışında,
zamanla, çağla, kuşaklarla ilgili bir meseledir bu. Nitekim Ak Parti'de de
üç dönem şartı birçok insanın bu defa
parlamento dışında kalmasına yol açacak. Kaldı ki, bu seçimler Ak Parti oylarında bir düşüş olduğunu ortaya koydu. Bu çerçeve içinde Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkmasıyla birlikte Ak Parti'nin sarsılmayacağını düşünmek ancak iki koşulda mümkün: ya Erdoğan, Çankaya'da partiyi de idare edecek ya da partinin başına kendisi kadar güçlü ve etkili birisi gelecek.
***
İlk koşul zor. Denendi ve başarısızlıkla sonuçlandı. Anap ve DYP modelleri bu anlayışla bütünleşmişti, işlemedi.
Özal da
Demirel de, biri kapalı biri açık biçimde, partiyi kontrollerinde tutmak istediler, yürümedi. Dolayısıyla aynı sonuç Erdoğan-Ak Parti ilişkisinde de geçerli olacaktır.
İkincisi, o modelin
demokratik teamüller bakımından işletilmesindeki problemlerdir. İstediğimiz kadar
Cumhurbaşkanını halk seçti, Cumhurbaşkanını parti aday gösterdi diyelim, bu çok ciddi problemler doğuracak bir girişim olur. Hele bir de Cumhurbaşkanının,
hükümete vaziyet etmesiyle ortaya gerçekten sıkıntı veren durumlar çıkarır. Bu bakımdan Erdoğan'ın partinin başında kalması, olur olmaz, akla yatan bir seçenektir.
Ama Erdoğan Çankaya'ya çıkacaksa o takdirde hükümetin ve partinin başına
kendisi kadar etkili ve güçlü birisinin geçmesi zaruri görünüyor. Bunun bir nedeni yukarıda belirttiğim "tehlike"dir, öyle bir isim olmazsa Ak Parti'nin sarsılacağı düşüncesidir. Ama bir ikinci neden daha var. Daha önce de yazdığım üzere, Türkiye Batı'yla ilişkileri ve demokratik konumu içinde "
tek adam" modelini taşıyamaz. Bu görüntü demokratik olmaz da, bulunmaz da. Oysa güçlü bir hükümet başkanı bu algıyı değiştirir. Perde gerisinde ne tür bir model işletilecekse işletilsin bu görüntü
demokratik platformu korur.
Cumhurbaşkanı Gül'ün açıklaması ışık tutarak bu manzarayı görmemizi sağladı. Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, Ak Parti'nin bugüne kadarki başarısı biraz da bu "
tandem" (ikili) görüntüye bağlıymış.
"Benden sonra tufan" lafı tarihte sadece bir kere söylendi...