Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'yla birlikte cumartesi günü Paris'teydik. Ben cuma gecesi gittim. Cumartesi sabahı bir görüşmem vardı, ondan sonra malum kitapçılarımı tavaf edip, öğleden sonra, Bakan Davutoğlu'yla buluştuk ve Louvre Müzesi'ni dolaştık.
Hemen belirteyim ki, yakın çevresi Bakan Davutoğlu'nun iki gece Paris'te bulunmasını bir "mucize" olarak değerlendiriyor. Davutoğlu'nun daha önceki Paris ziyaretleri saatlerle kısıtlı kalmış. Cumartesi günü yoğun diplomatik ilişkilerinden bulduğu bir fırsatta Louvre Müzesi'nde yeni açılan ve Türkiye'de Sakıp Sabancı Müzesi'nin de yapılmasına maddi katkıda bulunduğu İslam Sanatlarına ayrılmış yeni binayı gezdi.
Davutoğlu diğer bölümlerini de yeniden görmek istedi ama zaman geçti, müze kapanıyordu ve yönetimin hazırlığı yoktu. Çok üzüldü. İtiraf edeyim ki, ben de bir o kadar üzüldüm, her gördüğümde neredeyse ayrı bir "varoluşsal" sorgulama ve yenilenme yaşadığım birkaç eseri (Semadirek Zafer Anıtı, Milo Venüsü ve Mikelancelo'nun Esirler heykeli... Mona Lisa'yı geçelim...)
***
Davutoğlu sergiyi tarih konusundaki derin bilgisi ve zengin entelektüel birikimiyle gezdi. İslam sanatı meselesi tartışmalı bir konudur. Eski bir "
tarih yazımı"
(historiography) anlayışına dayalıdır. Batı, kendi sanatının tarihini öne çıkarmak ve merkeze oturtmak için sanatı diğer "bölgelere" ayırmıştı. Daha önce Louvre'da Asya sanatları bölümünde yer alan İslam sanatları bölümü sonradan ayrı bir kesime dönüştürüldü. En nihayet bugünkü yapı inşa edildi. Toplam 6 bin metrekarede 18 bin parça sergileniyor.
Davutoğlu'nun daha başta sorduğu soru önemliydi. Fransa'ya ilk İslam sanatı örneğinin hangi yılda getirildiğini öğrenmek istedi. Bunun bir kaya kristali sürahi olduğunu öğrendik. İlk yapıtlar Haçlı seferleriyle birlikte geliyor. Ama sistematizasyonları 15. yüzyılda başlıyor. Bu arada
9. Louis'nin içinde vaftiz edildiği kap da gene bir İslam yapıtı. Davutoğlu yapılan açıklamaları dikkatle dinledi ama onlara kendi yorum ve katkılarını getirdi.
Sorun aynı:
bu müzelerde yer alan yapıtlar buralarda mı durmalı, ait oldukları yerlere iade mi edilmeli? Bu tartışmanın açık cevabının ne olduğu belli. Belki bazı yapıtlar bu tür müzelerde kalmayı sürdürebilir. Ama
Unesco'nun yeni bir çerçeve yasa yaparak ikili anlaşmalarla eserlerin ülkelere iadesini sağlaması ve herhangi bir "yabancı" müzede sergilenen yapıtı o ülkenin izniyle sergilediğini belirtmesi şart.
Napolyon, bütün Mısır'ı Fransa'ya taşıdı. Mezarlar soyuldu.
Türkiye'de türbeler, hamamlar yağmalandı. Üstelik bunların bir bölümü apaçık hırsızlık işiydi. Hâlâ onları sahiplenmek ve en küçük bir tedirginlikte eserleri hemen sergiden alıp depoya taşımak kabul edilir şey değil.
Davutoğlu bu konuların izlenmesi gerektiğini ama işlerin dikkat ve sükûnetle yapılması gerektiğini belirtiyor.
***
Gerek o ziyarette gerekse akşam yemeğinden sonra çıktığımız nehir boyu yürüyüşünde Davutoğlu, Paris'te daha fazla zaman geçiremediğine, akademisyenliği sırasında da bu kentte mesela Londra'daki kadar uzun bir süre bulunamamasına sürekli olarak hayıflandı. Uzun süre kalmamışsa da Davutoğlu, geniş tarih bilgisi ve entelektüel birikimiyle Paris'i yakından tanıyor ve son derecede ilginç yorumlarda ve değerlendirmelerde bulunuyor kent hakkında.
Şu sıralar kentler konusunda bir kitap üstünde çalışıyor Davutoğlu. Sohbetimizde bu kitabın "
medeniyet kuran kentler" ile "
medeniyetlerin kurduğu kentler" arasındaki ilişkiyi irdelediğini öğrendik. Profesör Davutoğlu'na göre
Roma ve
Medine medeniyetler kurmuş kentlerdir. Roma şehri Roma imparatorluğundan, Medine İslam imparatorluğundan önce de vardı. Ama mesela Paris medeniyetin kurduğu bir kenttir. Paris'in,
Walter Benjamin'in tanımıyla
"19. yüzyılın başkenti" olduğunu işaret eden Davutoğlu, Paris'teki
Haussmann tarafından açılan geniş bulvarların oluşturduğu perspektif konusunu ayrıca dikkatle kaydediyordu.
"Paris yürüyüşü" sırasında hava soğuktu. Gece ilerlemişti. Ama Davutoğlu büyük bir heyecanla Paris'i izliyor ve kitabını tartışıyordu. Daha da yürümek niyetindeydi. Israrla. Ama yakın çevresi fazlasını istemedi. O da arabasına binip oteline döndü.
Şu kış gününde çoğu vitrinine baharı getirmiş olan Paris, dışarıda nefes nefese, bir yürek gibi çarpıyordu.