Barolar Birliği Başkanı, bugüne kadar kurumunun sürdürdüğü çizginin uzantısı olarak, hükümetten gördükleri yeşil ışıkta hemen yola atlayarak bir açıklama yaptı ve "kim bir kapalı odada bir gün kalmak ister" diye sordu. Buna "ben" diye cevap verecek kimsenin bulunmayacağı aşikâr.
Öte yandan Ergenekon, Balyoz davalarında usul hataları yapıldığı, bazı ihlaller olduğu yazıldı, çizildi. Bir tek usul hatasının ve bir tek ihlalin bile kabul edilemeyeceği, o şartların hukukun özüyle ters düştüğü de aklı eren herkes tarafından belirtildi. O davalarla ilgili olarak bugün varılmış noktada hâlâ süren sorunlar var. Örneğin, Balbay'ın ve diğer tutuklu milletvekillerinin salınmasına mesnet teşkil eden kararın çok önceden verilmesi gerekirdi. Bunu bizzat Cumhurbaşkanı Gül iki sene önce Meclis'i açış konuşmasında dile getirdi. Buna rağmen bugün Engin Alan'ın tutukluluğunun hâlâ sürmesi anlaşılır şey değil.
Kısacası, Ergenekon ve Balyoz tartışmalı davalardı, sonuçları da tartışıldı. Yeryüzünde zıtlaşmaların olmadığı bir tek siyasal dava da bulunmuyor. Buna rağmen ortada yıllarca devam etmiş yargılamalar var, verilmiş ve onanmış kararlar var. Yani işlemiş bir hukuki mekanizmadan bahsediyoruz.
***
O hukuki mekanizmanın bir halkası son derecede problemliydi:
özel yetkili mahkemeler. Hiçbir hukuk devletinde o türden kurumların yargılamada bulunması kabul edilemez. Bunu devletin en önemli makamlarında bulunanlar da dile getirdi.
Fransız Devrimi'nin mahkemeleri gibi
, İstiklal Mahkemeleri gibi,
olağanüstü yetkilerle donatılmış mahkemeler bir
hukuk ayıbıdır ve bir devletin kendi doğal yargı mekanizmasına güvenememesinin sert bir göstergesidir.
İlk yapılması gereken o kurumları kaldırmaktır. Yargıyı kendi doğal işleyişine bırakmaktır.
Barolar Birliği'nin hazırladığı pakette yer alan en önemli husus budur.
***
Konu böyle bir noktadan tartışılmalıyken ansızın başka bir gelişme oldu ve siyasal irade, hükümet ani bir açıklamayla olaylara bambaşka bir yön verdi: hükümet,
yeniden yargılamadan söz etti, Başbakan Başdanışmanı, "
orduya kumpas kuruldu" dedi. Hükümetin bugüne kadarki tutumu belliyken ne oldu da bu noktaya geldi sorusunun cevabını bilmiyoruz. Böyle bir değerlendirme, yaklaşım ve yöntem içine girmenin bir nedeni
KCK meselesi midir, ondan da haberimiz yok. Eğer hükümetin ulaştığı farklı kaynaklar, bilgiler varsa onları bilmek kamuoyunun da hakkıdır. Ortada gerçekten bir yanıltma varsa ve bu insanların hayatına mal olmuşsa elbette bu sorun bir tek dakika gecikmeden çözülmeli ama dediğim gibi neyin bu sonuca öncülük ettiği de somut delillerle ortaya konmalı. Çünkü...
***
Çünkü, aksi takdirde, son derecede olumlu ve yararlı bir nedene bağlı olsa da, yargı siyasal otoritenin kontrolü altına girer.
İade-i muhakemenin nasıl yapılacağı bellidir. Yeni kanıt, yeni belge ortaya çıkınca bu yol işlemeye başlar. Ortada henüz bunu gösteren bir delil yok. Ama hükümet istedi diye atılan bazı adımlar var. Tekrar edelim, bu sakıncalı, yeni sorunlar doğuracak bir girişimdir. Çünkü maksat ne olursa olsun,
hukukun normatif kuralları, soyut varlık nedeni ortadan kalkıyor, yargı yürütmeye tabi kılınıyor.
Neden buraya gelindi sorusunun yanıtı, dediğimiz gibi, henüz meçhul. Bütün bunlara siyasal otoritenin
orduyla yeni bir ittifak araması yol açmış olabilir. Daha denetim altında bulunduğuna inanılan bir dönemde bu yoklama yapılıyor olabilir. Gerçek nedenin bu olmadığına inanmak istiyor insan. Neresinden bakılsa sorunlu bir yaklaşım olur. Hele "
TIR" konusu düşünüldüğünde bu konu daha da karmaşık bir içerik kazanıyor. Hükümetin yeni ittifaklar araması doğaldır. Hatta gereklidir de. Ama doğru olanı bunu sivil ve demokratik çevrelerle yapmasıdır. Ordu bir "ittifak" kaynağı değildir. Hele Türkiye'de hiç...
Yakın tarih kitabı şurada duruyor.