Madem bu hafta iki yazı yazdım Atatürkçülük hakkında ve çok tepkiler aldım o takdirde bu yazıyı da o konuya ayırayım ve çok tartışılan bir noktayı aydınlatmaya çalışayım: biri daha dinsel terimlerle diğeri daha Kemalist terimlerle gelişen iki muhafazakârlığın çatışması.
Önce daha çarpıcı duran şu Kemalist muhafazakârlık kavramından başlayayım.
***
Kemalizm
tarihi dönüştüren bir
burjuva devrimiydi. Uzun bir hazırlanışın
radikal sonucuydu.
Aynı zamanda
radikal bir modernleşme projesiydi. Belki şimdi inanılması zor ama Kemalizmin kaynağı veya başlangıcı olan
Kurtuluş Savaşı bir ittifakla kazanılmıştı.
Bu
Müslümanlarla Kemalistlerin ittifakıydı. Buna
Kürtler ve Aleviler de eklenebilir.
Ne var ki, savaş bitip, devrimler başlayınca Kemalizm de bütün devrimlerin yaşadığı ciddi bir sıkıntıyı göğüslemek zorunda kaldı:
ittifaklarını kopardı ve dönüştürümünü bir
çekirdek kadroyla istedi. Bu aynı zamanda
sınıfsızlık demekti.
Herhangi bir
toplumsal sınıfa dayanmayan devrimin yaşaması olanaksızdır.
Kemalizm de kendisine o "sınıfı"
bürokrasi olarak inşa etmek zorunda kaldı. Çünkü aristokrasiyi ortadan kaldırmıştı ama bu durumda teorik olarak kendisini desteklemesi gereken
burjuvazi de ortada yoktu. Olanı gayrimüslimdi; onların da önemli bir bölümü
1915 katliamı ve
mübadeleyle kaybedilmişti.
Kemalizm
1950'ye kadar zaman zaman
köylülükle ve
yerli eşrafla (burjuvazi demektir) koalisyonlar denediyse de bunlar kalıcı ve güçlü organizmalara dönüşmedi.
Bu şartlar altında Kemalizm gitgide içine kapalı bir
kültürel model haline geldi. Sınıfsallaşamayıp
orduyu ve bürokrasiyi dayanak edinince bu defa çok tartışılan o
vesayet rejimi başladı ve 1961 sonrasında dönüştükçe dönüştü.
***
Bugünkü Kemalist çevreler bu modelin içinde bir yere oturuyor. Defalarca söylendi. Kemalizm bugün
şehirli, yaşlı, yüksek eğitimli, yüksek gelirli kesimlerden destek görüyor.
Bu bir manada burjuvazidir. Ama artık Türkiye'de tek bir burjuvazi yok. Sorun da oradan türüyor. O yeni burjuvazi, daha dinamik olması bir yana, daha gerçek
demokratik ve liberal talepler içinde.
Kemalizm bütün bunlara bir tek şeyle kendi
laiklik anlayışıyla ve
yaşama biçimiyle (Batıcılık) karşı çıkıyor. Fakat onların yorumları da çeşitlenince işler büsbütün sarpa sarıyor.
Nostaljik bir içerik kazanıyor ve takipçilerinin "
asrı saadet"ini (1930'lar, hatta 1950'ler) özlediği bir
tarihsel anlatıya dönüşüyor.
Bu da onu kendi içinde
muhafazakârlaştırıyor.
Muhafazakârlığın bir tanımı da budur.
Üstüne eleştiri gelince ve zaman sarsınca bir ideolojinin kendi içine kapanmasıdır.
Buna siyasal dilde
pozisyonel muhafazakârlık denir ve
sosyalizmden İslam'a kadar her ideoloji için geçerlidir. Şimdi Kemalizm bunu yaşıyor.
Bütün kültürel kodlara dayalı hareketlerde olduğu gibi kendisini
Anıtkabir'e gitmek, maske takmak, bayrak, resim asmak, dövme yaptırmak gibi
semboller aracılığıyla dışa vuruyor. Böylece iki muhafazakârlık karşı karşıya geliyor. "
Olmasaydın olmazdık" ile "
olmasaydın da olurduk" bundan başka bir şey değil.
***
Dinsel muhafazakârlığa söylenecek bir şey yok. Daha ilginç olanı
ilerici/ devrimci bir hareketin
tutuculaşması.
Ama öyle; Kemalizm böyle bir konuma kaydı. Bunu zaman zaman delmek isteyen çıkışlar oldu. Kemalizmi tarihsel özündeki solun dışında bir sol hareket olarak nitelendirenler çıktı. Onu
"mazlum milletler" ideolojisi sayanlar çıktı.
Bunlar zorlama şeylerdi. Hele askerler "
Atatürkçü düşünce tarzı" falan gibi terimlerle onu "savundukça" iş büsbütün bir çıkmaza saplanıyor.
Panta rei diyordu
Heraklitos: her şey akar!