Sonunda kıyamet koptu, bir grup bir gazeteye ilan verip "Olmasaydın da Olurduk" dedi. Hemen belirteyim; hareketlerinin ardındaki dürtüyü anlıyorum, böyle bir günde değil de hangi gün verecektik bu ilanı diye düşündüklerini seziyorum ama gene de 10 Kasım günü böyle bir ilanın verilmesini doğru bulmuyorum. Provokasyondur diye kuvvetli bir kelime kullanmayı asla aklımdan geçirmesem de bu hamlenin çok büyük bir kitleyle karşı karşıya gelmek olduğu açık ki, eh ona da ihtiyacımız yok. Ama üç şeyi savunmak gerektiğine de bir o kadar inanıyorum.
***
Bir, böyle bir ilanı verenlere, tavırlarını doğru bulmayan kesimin olanca hakaret yüküyle saldırmasındaki yanlışlık mutlaka vurgulanmalıdır. İki, bu ülkede eğer demokratsak "
Atatürk'ü 'sevmeme' hakkı" da bulunabilmelidir. Üç, şiddete başvurmaksızın gerekiyorsa bir grup onun yaptıklarını, gerekiyorsa, "şeriattan veya İslami bir devletten uzaklaşmak yanlıştı" diyerek eleştirebilmelidir.
Bu üç maddenin ilk ikisine katılmam. Kişisel olarak, düşüncem başka bir noktada kristalize olmuştur; hem Atatürk'ü önemserim, ona saygı duyarım, onun ve eyleminin üstünde düşünürüm, o eylemde eleştirdiğim tutumlar çoktur ama gene de onunla büyük ölçüde hemfikirimdir hem de demokratik, laik cumhuriyete inanıyorum ama
Voltaireci demokrasinin tam da böyle zamanlarda gerekli olduğunu hatırlamak zaruridir. Hele hele Atatürkçülüğün tamamen
biçimsel ve adeta
dinsel bir tapınmaya dönüştüğü bir ortamda bunu gerçekleştiren kesimin neredeyse şiddet yanlısı tavrı mutlaka irdelenmelidir. O metafizik anlayışla ve ona bağlı tepkilerle de uzaktan yakından ilgim yoktur.
***
Bu saptamaları yaptıktan sonra sözü bambaşka bir noktaya getireceğim:
muhafazakârlık.
Bugüne kadar çok zamanlar muhafazakârlığın Batılı bir ideoloji olarak birkaç önemli özellik içerdiğini, bunlardan birisinin
eski yönetimi (
ancient regime) istemek ve savunmak olduğunu ama bizde böyle bir muhafazakârlığın bulunmadığını belirttim. Gerçekten de öyledir; Batıda muhafazakârlık, bütün o
devrime karşı evrim taleplerinden,
hiyerarşilere saygıdan, yani
kültürel taleplerden sonra, asıl Cumhuriyetten (veya sosyalizmden) önceki rejimi özlemektir. Bu çoğu zaman hanedanlıktır. Bizde ise Cumhuriyet olmasın
Hilafet olsun,
Meşihatı isteriz, özleriz diyenler hemen hemen yoktur. Çünkü muhafazakârlık bizde sadece dinle ilişki anlamınadır.
Aristokrat sınıf temeline dayalı bir muhafazakârlık görülmez. Muhafazakârlık değil gelenekçiliktir bugüne kadar su üstünde yüzen...
Fakat şimdi belli bir çevre hâlâ mevcut yasalar ve toplumsal duyarlılık nedeniyle çok yüksek sesle olmasa bile benzeri talepleri dile getiriyor. Atatürk konusundaki tartışma da burada düğümleniyor. O ilanı verenlerin yaptıkları açıklamalar ortada. Atatürk'ün getirdiği rejimin
kendi değerlerini ortadan kaldırdığını belirterek, sadece eleştirmekle kalmıyor, onu sevmediklerini, kendisini
Atatürk diye değil
Mustafa Kemal diye andıklarını belirtiyorlar. Kısacası İslam'ın en geniş manada kavranmasına dayalı bir muhafazakârlık var artık karşımızda. Zor bir proje. Hatta zorun zoru ama kabul edelim ki, gerçeğe daha yakın bir muhafazakârlıkla ilk defa karşılaşıyoruz.
Gene de güzel: açıklık en güzel şey olduğu için ve zorla güzellik olamayacağı için.