Türkiye'nin devletle imtihanı-1
Birisi tarihsel derecede önemli ve karmaşık, diğeri neredeyse her yıl tekrarlandığı için gündelik hayatın bir parçası haline gelmiş iki olayı karşılaştırırsam yanlış bir şey yapmam. Çünkü Kürt barışı da 1 Mayıs kutlamaları sırasındaki ve sonrasındaki yaklaşımlar da devletle, devlet-toplum ilişkileriyle ve tarihsel devlet anlayış ve yapımızla ilgili.
***
Kürt barışı eğer iki tarafı da memnun edecek biçimde gerçekleşirse, bu, tarihsel gerçekliği bakımından
Meşrutiyete ve
Cumhuriyete geçişten daha önemli bir gelişme olacak. Bu kesindir. Nedeni bellidir: gerek
Meşrutiyet gerekse
Cumhuriyet bütün iddialarına ve beklentilerine rağmen,
devlet odaklı girişimlerdi. Sonunda toplumdan çok devlete yaradılar.
Her iki hamle de kendisine
bir yeni devlet tasarladı. O devlet topluma göz açtırmadı. Birbirini besleyen, Meşrutiyet de Cumhuriyet de
toplum odaklı sistemler olmalarına karşın bizde
devleti merkeze alan, toplumu kapatan sistemlere dönüştü. Parlamentoları getiren ve "
egemenlik (hem de kayıtsız şartsız) milletindir" diyen bu rejimlerde milletin esamisi bile okunmuyordu. Siyasete yasaklanmış, aklına itimat edilmeyen, horlanan bir toplum söz konusuydu.
***
O sistem bugün çatırdıyor. Tam manasıyla bittiğini söylemek için henüz çok erken. Şu yukarıda dile getirdiğim ürpertici yapının sahibi
asker önemli ölçüde geriletildi. Fakat yeni bir
anayasayla hareketi sınırlanmadı. Toplum hâlâ
1982 Anayasası'nın,
1961 Anayasası'na göre daha da sıkıştırılmış kasnağıyla kıskıvrak bağlı.
2007 hamlesinin savuşturulması, ardından
Balyoz ve
Ergenekon davaları sistemin kalesinde belki bir gedik açtı ama bunun genişletilmesi gerekiyor.
Onu sağlayacak,
toplumun toplumu yöneteceği bir döneme geçişi gerçekleştirecek en önemli hamle işte
Kürt barışı. Bu barış sağlanırsa
Kürt savaşı üstünden toplum üstünde hâkimiyet kuran devlet, askeri ve siviliyle birlikte, devre dışı kalacak. Devletin dönüştürülmesi değildir bu. Geri itilmesidir. Onun yerine toplumun geçmesidir. 1946-50'den beri sürdürdüğümüz yapay ve yetersiz demokrasi asıl ondan sonra aslıyla yer değiştirebilir.
Ne var ki, bir yanılgıyı aşmak gerek. Sorun
Kürt savaşı değil. Sorun onu da kapsayacak biçimde hareket eden
devlet hâkimiyeti sorunudur.
Tanpınar'ın "
gittiğini çok gördüm ama geldiğini hiç görmedim" dediği
Türk demokrasisinin zaafı toplumu ve dinamiklerini devletin üstüne
çıkarmamaktır.
***
1 Mayıs ve benzeri hamlelerin anlamı da buralarda düğümleniyor. O gösterilen tepkiler,
polis tedhişi devletin gene
şiddet üstünden toplumu felçleştirme, mutlak gücünü korkuyla topluma kabul ettirme hamlesidir. Devre dışı bırakılmak istenen
devlet odaklı yapının kapıdan kovulunca bacadan içeri girmesidir.
Şiddete dayalı devlet refleksinin hiç fark ettirmeden ve iyi niyetini istismar ederek siyasetçiyi teslim almaya çalışmasıdır. Siyaset,
anti-demokratik yapıyı çözerken
devletin söylemini benimser, hele şiddetin basit karinelerle meşrulaştırılmasına çalışırsa gider o eski değirmene su taşır.
Denizden geçerken derede boğulmalı mı?