Kızıl kıyamet arasında 1 Mayıs kutlandı mı, yaşandı mı, boğuldu mu, emin değilim. Geriye, kan ter ve gözyaşı kaldı. Bunların hiçbiri Churchill'in söylevindeki boş sözcükler değildi. Hele gözyaşı hiç. Artık hayatımızın bir parçası olan biber gazı ortalığı kasıp kavurdu. Sokakta kavga eden iki insanı ayırmak, yatıştırmak için bile polis hem ağızlarına biber gazı sıkıyorsa, sokaklara uluorta bu gazı boca ediyorsa ortada bir sorun yoktur demek epey safdillik olur. Bir kere bu böyle...
Ama 1 Mayıs'ı bence Türkiye'de solun ve devletin, bu iki doğal düşmanın bilinç dışını ortaya koyan en önemli gösterge diye görmek gerek.
***
Devletin,
solu ve 1 Mayısı, çok gerilerden gelen bir refleksle tanımladığı ve "yaşadığı" ortada. Devletin, 1 Mayıs'ı yaşaması onu dışlaması ve bir zulüm imkânı olarak gördüğünü artık körler ve sağırlar da biliyor. "
Kendisini korumayı" Türkiye'deki devlet bir var olma yolu ve mekanizması sayar.
1 Mayıs ve ona içkin sol tam da bu tepkinin dışa vurulacağı noktadır. Bunu açık bir biçimde bir
Soğuk Savaş sendromu saymamak olanaksız. Bitti, değişti, dönüştü, demokratikleşti eski devlet derken
1 Mayıs ve onun simgesi Taksim bu alerjiyi hiç zaman yitirmeden üretiyor.
Neden devlet 1 Mayıs'ı ve Taksim Meydanı'nı bir tabu haline getirir, neden devlet 1 Mayıs'ta Taksim Meydanı'na girmek isteyenlere karşı barikatlarını daha günler öncesinden başlayarak kurar sorusunun bir diğer cevabı daha var:
Türkiye'deki devletin geleneksel korku refleksi. Hâlâ bir "
tecebbür (cebir, güç kullanma) devleti" olmayı sürdürüyor.
Hele "
sol" söz konusu olduğunda haydi haydi böyle... İster
Thomas Hobbes'un
su canavarı Leviathan, ister
Franz Neumann'ın
kara canavarı Behemoth olsun, devlet bu temel konularda, Türkiye'de hâlâ aynı anlayışa sahip ve bir "canavar."
***
Ama 1 Mayıs karşı taraf, "
sol" için de bir tür
folklorik ve bilinç dışı tepki göstergesi.
Milliyet'te yayımlanan bir görüşmede bir sendika başkanı "
Taksim bizim namusumuzdur" dedi. Bunu okuduğum zaman gözümdeki bir perde kalktı.
Üstüne koca bir tez yazılabilir bu saptamanın.
Her şeyden önce "
namus" kavramının ortaya atılması hâlâ Türkiye solunun ne derecede
feodal değerlerle hareket ettiğini belirtiyor. Namus kavramının içerdiği
erillik vurgusu,
savaşçılık, dövüşçülük duygusu işin öteki yanı.
Hala, 1 Mayıs'ı, Türk solu eski bir hesabın içinden okuyor. Yanlıştır, eksiktir demiyorum.
1 Mayıs 1977 bugün aydınlatılmamışsa o yara kanamayı sürdürecektir, hâlâ her referans oraya dönük olacaktır ama
1 Mayıs'ın ele alınış biçimi, tanımlanışı ve operasyonel hale getirilmesi bugün bambaşka bir mekanizma içinde işlemelidir.
***
Üçüncüsü,
solun ve emeğin bugünkü realitesi. Bugünkü dünyada, şunca değişimden sonra,
finans ve üretim metotlarındaki değişim, bu üretim merkezlerinin
coğrafya değiştirmesi,
emeğin yeni formları,
sermayenin yeni dinamikleri,
kriz hali,
elektronik devrim sonrasında ortaya çıkan
yeni üretim biçimleri,
sosyo-kültürel yapının dönüşümü,
yeni siyaset biçimleri ve sorunları karşısında
19. yüzyıl romantizminin etkisi altında konvansiyonel bir
1 Mayıs ve emek algısı/ tanımı değişmemeli ve
yeni sosyalizmler türetilmemeli mi? Türkiye'deki sol bu gerçeği kavramamalı mı?
Neresinden bakılsa bir mihenk taşı bu 1 Mayıs...