Bence bildiğimiz arabesk müzik bitmiştir. Arabesk zaten ona dışarıda verilen bir addı. O müziği üretenler ne o adı kullandılar ne de ona hükmedilen manayı benimsediler. Yaptıklarını bazen 'fantezi' müzik diye tanımladılar bazen de ürettikleri müziğin 'devrimci' bir boyut taşıdığını dile getirdiler. Gencebay örneğin tınısının çoksesliliğe doğru bir açılış olduğunu vurguladı süreklilikle.
Bunlar teknik tartışmalar. Arabesk müziğin sosyolojik özelliğini etkilemez. O müzik 1960'ların sonunda, bir toplumsal dönüşüm eşiğinde doğdu. Köyden kente akmış, sanayileşmenin gerektirdiği büyük göç dalgalarını oluşturmuş çok yoksul kitleler henüz işçileşmemişti. Ne köylü ne kentli ne kasabalıydılar. Sınıfsızdılar, yani lumpendiler.
O müziğin bugün ne denirse densin 'batsın bu dünya' diye yükselen çığlığı sadece bu insanların kader ağıtı değildi. İçinde, arkasında büyük tasavvuf geleneğimizden, Melamilikten gelen duyarlılıkları da barındırıyordu. Yalnızlık, yoksulluk, ezilmişlik ancak o müzikte bir 'yüceltme' ile karşılaşıyordu. Gerisi, zulüm, kıyım, yoksulluktu. Ecevit 'Ak Günler', Erbakan 'Adil Düzen', Gencebay 'kula kulluk edene/ yazıklar olsun' diyordu. Sığınaklardı bu günler. Arabesk müzik yapanları çağdaş halk ozanları diye adlandırmak niçin yanlış olsun?
***
Ama o müzik zamanla dönüştü. İki büyük nedenden söz edeyim. Birincisi, 1980 sonrasında
Doğu-Batı ayrımı ortadan kalktı. Arabeskin dayandığı
kültürel çatışmanın en önemli kanatlarından biri kırıldı. İkincisi,
toplumsal dönüşümün ağırlık noktası lumpenlikten olabildiğince koptu.
Kürt-Türk çatışması gibi daha siyasal bir çatışma çizgisinde düğümlendi.
Fakat asıl önemlisi üçüncü nedendir. Bilhassa
2000'lerde
AK Parti iktidarı döneminde oluşan
uydukentler, dinsel bir kanava etrafında yaratılan yeni
dayanışma ve üleşme anlayışı,
göçer kitlelerin kademeli olarak ve büyük ezilmelere maruz kalmaksızın
yerleşik kentliliğe aktarılması arabeskin 70'lerdeki 'doğal' tabanını ortadan kaldırdı. Öte yanda
1980'lerin '
yeni zenginleri' gazinoya bile değil
tavernalara gidiyor, '
piyanist şantörleri' dinliyordu. Kayboldular. Yeni ama çok daha
muhafazakar, mütedeyyin, o içkili yerlerle ilişkisi olmayan, daha
otantik halk ve Osmanlı müziği dinleyen bir kitle öne çıktı. O arada
Gencebay daha 'akademik',
Gürses daha 'entelektüel' bir müziğe yönelmişti.
***
Fakat hâlâ bir çekirdek var.
Gürses'in cenazesini o çekirdek kitle kaldırdı. Ve o çekirdek bugün aynı zamanda siyaseti tayin ediyor.
Salı günü
Tayyip Erdoğan'ın grubunda yaptığı konuşmada
Müslüm Gürses'ten söz ederken dile getirdiklerini dinleyenler o çekirdeğin önemini ve bugünkü
siyaset sosyolojisinde oynadığı rolü anlayacaktır.
Erdoğan açık bir biçimde Gürses ve arkadaşlarını '
boyunları bükük, kalpleri kırık' insanlar olarak nitelendiriyor, onların '
baskıya, zulme, tektipçiliğe, toplum mühendisliğine direndiğini' vurguluyordu.
Kendisini ve kitlesini onunla özdeşleştirerek Gürses'in '
itirazı, toplumsal muhalefeti, sivil itirazı' olduğunu belirtiyordu.
Ahmet Kaya'nın,
Cem Karaca'nın,
Şivan Perwer'in çektiği çileden, yediği sürgünden söz ediyordu. Kısacası arabeski yapanı da dinleyeni de benimsiyor, savunuyordu.
Bu içselleştirmedir işte arabeski ortadan kaldıran. Bu özdeşliktir AK Parti'yi iktidar yapan. Bu beraberliktir bu partiyi '
modernleştirici' niteliğine kavuşturan. Bu tümleşmedir Türkiye'de sol tabanı AK Parti bünyesine yerleştiren.
Gürses-Erdoğan bir hattır.